İsrail’in, eylül ayının başından itibaren hazırlığını yaptığı, 17-18 Eylül tarihlerinde gerçekleştirdiği çağrı cihazları ve el telsizlerinin patlatılmasıyla somutlaşan ve nihayetinde başta Genel Sekreter Hasan Nasrallah olmak üzere Hizbullah’ın liderlerine ve komutanlarına yönelik suikastlardan sonra da ekim ayı başında başlattığını duyurduğu kara harekâtını da içeren Lübnan’a yönelik işgal girişimi 57. günün sonunda taraflarca kabul edilen ateşkes ile şimdilik durdu.
Peki, Gazze’de akan kan 422 gündür bir türlü durdurulamazken nasıl oldu da Lübnan’da görece kısa sürede bir ateşkes sağlandı?
Bir kere Gazze için herhangi özel bir görevlendirme yapmayan Biden, Orta Doğu Özel Temsilcisi Amos Hochstein’ı İsrail ile Lübnan arasında bir ateşkes sağlaması için görevlendirdi. Hatırlanacağı üzere Hochstein, geçtiğimiz yıl İsrail ile Lübnan arasında yaşanan deniz yetki alanları anlaşmazlığını da çözen isimdir. Ayrıca Fransa da söz konusu Lübnan olunca, kendisini Lübnan’ın, özellikle de Hristiyan Marunilerin hamisi olarak gördüğü için ateşkes sürecinde aktif rol oynadı ve İsrail ile sebebini daha sonra öğrendiğimiz bir pazarlık yaptı.
ABD ve Fransa’nın girişimleriyle kotarılan ateşkes anlaşması, 26 Kasım 2024 günü akşam saatlerinde, Netanyahu liderliğindeki Güvenlik Kabinesi tarafından da kabul edildikten sonra aynı günün geç saatlerinde Biden tarafından dünyaya duyuruldu ve 27 Kasım sabahı 04.00 itibarıyla yürürlüğe girdi.
İsrail ile Lübnan arasında 60 günlük bir süreyi kapsayan ve sonrasında neler yaşanacağı şimdilik belli olmayan ateşkesin gerekçeleri nedir?
Lübnan tarafı zaten İsrail saldırılarının durmasını sağlayacak her türlü teklifi kabul etmeye razıydı. Zira İsrail sözde Hizbullah’ın Litani Nehri güneyindeki varlığını sonlandırmak amacıyla saldırı düzenliyordu ama sadece bu hattı değil, Lübnan’ın başkenti Beyrut’u da neredeyse her gün bombalıyor ve daha kuzeye Bekaa ve Baalbek’e de muhtelif saldırılar düzenliyordu.
Bu saldırılarda şimdiye kadar dört bine yakın insanın hayatını kaybettiği rapor edilirken 16 bin civarında da yaralı olduğu bildirilmişti. İsrail’in kara harekâtının başladığının duyurulmasıyla birlikte, Gazze’de yaşananların başlarına gelmesini istemeyen yaklaşık 600 bin kişi yerlerini terk ederek daha kuzeye, imkânı olanlar da sınırı geçerek Suriye’ye kaçmıştı.
Aslında Hizbullah’ın da ateşkese karşı olmadığı biliniyordu. Zira İsrail saldırılarında üst yönetimini büyük ölçüde kaybetmiş, hatta bu sebeple ilk başlarda İsrail’e karşılık verme hususunda görece sıkıntılar yaşamıştı. Ancak Devrim Muhafızlarından gelen destek sayesinde toparlanmış ve önce savunma hattını pekiştirdikten sonra yavaş yavaş İsrail’e yönelik saldırılara da başlamışlardı. Dolayısıyla kısa da olsa savaşa bir ara verilmesi Hizbullah’ın yeniden toparlanması için iyi bir fırsat olacaktı. Fakat İsrail bu ateşkesin Hizbullah’a yönelik saldırıları durdurmak anlamına gelmediğini belirtmiş, özellikle Litani Nehri ile Mavi Hatt'ın arasında Hizbullah aktivitesi tespit edilirse vurulacağı açıkça belirtilmişti.
Şimdi, gelelim İsrail tarafının ateşkese dair motivasyonuna.
İsrail ordusu elinde bulundurduğu insan kaynağının kısıtlı olması nedeniyle aynı anda iki cephede savaşacak; diğer taraftan da işgal altında tuttuğu Batı Şeria’da güvenliği sağlayıp eş zamanlı olarak da İran’ın bölgedeki vekillerine saldırılar düzenleyecek kapasitede değildir. Ama Lübnan’a saldırma kararı verildiğinde, Gazze’ye yönelik saldırılar etkisi azalmakla birlikte devam etmesine rağmen buradaki birliklerinin bir kısmı kuzeye kaydırılarak Lübnan cephesinde görevlendirilmişti. Dolayısıyla İsrail ordusunun da dinlenmek, toparlanmak ve teçhizatlanmak için bir araya ihtiyacı vardı.
Görüldüğü üzere her iki taraf için de ateşkesin koşulları oluşmuş, araya giren ABD ve Fransa’nın da kolaylaştırıcı rolüyle İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarında şimdilik 60 gün ile sınırlı olsa da bir ara verilmiştir.
İsrail Başbakanı Netanyahu, bu ateşkesin amacını halkına açıklarken üç gerekçe saymıştır. İlki Hamas’a verilen desteğin kesilmesini sağlamak, ikincisi İsrail ordusunun toparlanıp yeniden organize olması için süre yaratmak ve üçüncü olarak da bu cepheyi de emniyete alarak dikkatlerini tamamen İran’a yöneltmek.
Yani İsrail söz konusu ateşkesi, aslında bölgedeki hedeflere yönelik yeni saldırılar gerçekleştirmek için bir fırsata çevirmek istemiştir. Zaten ateşkes anlaşmasının içeriğine baktığımızda, İsrail’i uygun gördüğü durumlarda Lübnan’a yeniden saldırmaktan alıkoyacak bir hüküm bulunmadığı görülmüştür. Zira İsrail Hizbullah’ın ateşkes koşullarına uymadığını tespit ettiği hâllerde yeniden saldırı hakkını saklı tutmuştur.
Kaldı ki ateşkesin başlamasından hemen sonra Lübnan’ın güneyinde yer alan Nebatiye bölgesine sözde Hizbullah militanlarının sızdığı gerekçesiyle hava saldırısı düzenlemekten imtina edilmemiştir.
İsrail bu ateşkes ile BMGK’nın 1701 sayılı kararının uygulanmasını temin etmek istediğini söylemiş olsa da hatırlanacağı üzere kara harekâtının başladığı ilk günlerde, 1701 sayılı karar gereği bölgede konuşlandırılmış muhtelif ülkelere ait BM Barış Gücü UNIFIL askerleriyle karşı karşıya gelmiş ve bazı yerlerde küçük çaplı da olsa çatışmalar yaşanmış, UNIFIL askerlerinden hayatını kaybedenler olmuştu.
Dolayısıyla bu ateşkes ile Litani’nin güneyine Hizbullah’tan boşalacak yerlere Lübnan ordusunun yerleştirilmesi talep edilerek herhangi bir durum söz konusu olduğunda UNIFIL askerleri yerine, görece güçsüz ve etkisiz Lübnan ordusuyla uğraşmanın tercih edildiği anlaşılıyor.
Tahmin edileceği üzere anlaşma gereği bölgeye konuşlandırılması kararlaştırılan Lübnan ordusunun ne Hizbullah’ı ne de İsrail’i durduracak gücü olmadığı bilindiğinden, bu maddenin aslında Litani’nin güneyinin bir şekilde İsrail’in kontrolüne bırakılması olarak algılanması mümkündür. Hatta İsrail bölgeden askerlerini çekmesini 60 günlük bir süreye yayarak karşı tarafa göre kendine bir avantaj yaratmıştır.
İsrail ateşkes anlaşmasıyla ABD’ye bazı sorumluluklar ve görevler yüklemiştir. Zira anlaşmanın garantörlerinden biri olan ABD’nin bölgeyi gözlemleyerek özellikle Hizbullah’ın ateşkesi ihlal etmesi hâlinde gerekli istihbarat paylaşımında bulunması ve İsrail’in ABD ile birlikte Hizbullah’a karşı caydırıcı tedbirlere başvurabilmesi garanti altına alınmıştır. Yani ateşkesin garantörü çatışmanın tarafı hâline getirilmiştir.
Hatta bu yetmiyormuş gibi, İran’ın Lübnan’ı istikrarsızlaştırmaya yönelik müdahalelerine engel olmak için ABD’nin İsrail ile birlikte hareket edeceğine yönelik taahhüdü de metne işlenmiştir. Böylelikle ABD, Lübnan sahasında olduğu gibi İsrail’in İran’a yönelik muhtemel bir saldırısında da taraf olmuştur.
Sonuç olarak, İsrail ile Lübnan arasında varılan ateşkes anlaşması her iki taraf için tercihten ziyade bir zorunluluk olarak gözükmektedir. Zira Lübnan ordusunun İsrail’e karşı koymak için yeterli kapasitesi olmadığı gibi bu konuda inisiyatif almadığı da görülmüştür. İsrail için ise bu aranın yıpranmış durumdaki orduyu toparlamak için bir fırsat olacağı ve tüm dikkatin Gazze’ye yönelik saldırılara verileceği anlaşılmaktadır.
Bu ateşkes anlaşması her ne kadar tamamen İsrail’in lehine gibi gözükse de nihayetinde Lübnan halkının maruz kaldığı saldırılara 60 günlüğüne olsa bile ara verilmesi ziyadesiyle memnuniyet vericidir. Ancak asıl amacın nihai ateşkes ve bir barış anlaşması yapılması olduğu unutulmamalıdır.
Hatta söz konusu Lübnan olduğunda mümkün olan ateşkesin ivedilikle Gazze için de hayata geçirilmesi zaruriyet arz etmektedir. Zira tüm bu süreçler boyunca İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları devam etmiş olup Gazze’deki kayıpların sayısı 44 binin üzerine çıkmıştır.
Ancak sahadan gelen bilgiler ve İsrailli siyasetçilerin yaptığı açıklamalar, bize Gazze için de bir ateşkesin konuşulduğunu ama Lübnan’da olduğu gibi somut bir ilerlemenin hâlihazırda görülmediğini göstermektedir. Nihayetinde ne kadar sorunlu ve tarafgir olsa da akan kanın durması ve bölgeye insani yardımların ulaştırılması bakımından ateşkes sağlanması kadar ateşkes sürecinin devam ettirilmesi de önem arz etmektedir.
Dolayısıyla tarafların ateşkes sürecine titizlikle riayet etmesi; sadece Hizbullah’ın değil, İsrail’in de ateşkesi ihlal edecek herhangi bir girişimde bulunmasının engellenmesi gerekmektedir.