Bu yazı siyasi değil. Sırf çok gürültülü olduğu için çok yer kaplayan kalabalık sözler arasına ince bir gül yaprağı yerleştirme denemesi. İhtilaflı başlıkların ateşiyle duman altı olmuş gazete köşelerinden birinde daracık bir hesapsızlık arası.
Bir insandan söz ediyorum bu yazıda. Rakam olarak ‘1’ insandan. İnsanların birinden. “Recep Tayyip Erdoğan” diye meşhur olmuş ama temel özelliği insan olan birinden. Hepsi bu. Altını üstünü karıştırmayın, enini sonunu düşünmeyin. Çıkar mühendisliklerine kafa patlatmakla meşgul olanlara diyeceğim yok. Komplo teorilerinin tozlu ağlarına sinek toplamakla meşgul olanlar muhatabım değil.
Hep böyle oluyor. Bir insanı, bir insan tekini kalın siyasi mülahazalar içinde, telaşlı politik çarklar arasında görmez oluyoruz. İri politik şablonların ağına takılmış kalplerimiz, bir siyasi liderin de, ten sahibi bir insan olduğunu unutuyor. Sanıyoruz ki teni yok zırhı var artık. Sanıyoruz ki kalbinin yerine metal detektörler konulmuş. Öfke ya da hamaset yüklü cepheleşmelere taraf ola ola, netliğini kaybediyor bakışlarımız. Ne kadar muktedir olursa olsun, ne büyük makam ve mevki sahibi olursa olsun, bir kalbin içten çırpınışlarına, bir gönlün ince nakışlarına vefa borçluyuz. Ve hep sorarım bunu neden bir insanın ille de vefatının ardından yaparız da, o hayattayken itiraf etmeyiz?
Gelin, şablonları unutun birkaç dakikalığına.
Mesela, yetim ve öksüzler için, açlıktan erimiş Afrikalı çocuklar için döktüğü gözyaşlarının ardındaki yüzünü seyredin Recep Tayyip Erdoğan’ın. Hâlâ iktidar sahibi gibi mi duruyor? Şehit kanını temsil eden bayrağı ayakaltından kaldırmak için katı protokolleri yıkarak, kokuşmuş teamülleri yırtarak, yere eğilme hesapsızlığında görmeyi deneyin onu. Meydanlarda yüksek sesle en ağır hakaretleri yapan olsa da, yakınını kaybetmiş siyasi rakibinin yanı başında nemli gözlerle dikilirken, tabuta teslimiyetle omuz verirken, dudaklarındaki Fatiha kıpırtısıyla seyredin onu. Büyük başlıklı gündemlerini bir garibanın “Çaya bekleriz!” pankartını okur okumaz unutan hercailiğiyle hatırlayın onu. Zalimlerin göstermelik nezaket kurallarını takmadan, “konjonktürlerin canı cehenneme!” dercesine, tüm dünyaya ‘One minute!” diyen harbiliğiyle merhabalaşın. Kimselere gösterme derdi olmadan buğulanmış gözleriyle tenhada bir kabir başında, gece yarısı Yasin okumasında anaya sevgi ve babaya vefa dersinde bulun onu. Kur’ân’ın sayfasına değdiğinde gözleri, makam ve mevkiini unutacak bir sevincin parıltısında görün onu. Ülkelerinin imtiyazlı siyasi konumuna ve ekonomik üstünlüğüne yaslanarak makam keyfini süren dünya liderlerini ne diyeceği/ne yapacağı belli olmayan öfkeli bir adam olarak rahatsız edişiyle takdir edin onu. Nicedir diplomatik nezaket perdesiyle yüzlerine vurulmamış emperyalist geçmişlerini, kirli siyasi emellerini hiç olmadık yerde, hiç beklenmedik anda seslendiren saflığıyla bilin onu.
Bir de şu. “Hayranlık mağlup olmuş bir kıskançlıktır” der Peyami Safa. Kıskançlık ve haset bastırılmış bir hayranlıktır aslında. Nefret, nefret ettiğini önemsemenin bir yoludur. Tayyip Erdoğan’a diktatör demek, onun yenilmezliğini itiraf etmekten başka nedir ki? Siyasi muhaliflerinin de, içten içe, “Bizim niye böyle sahici bir liderimiz yok!” diye hayıflandığı bir tuhaf adam olarak da görün onu.
Hiç mi hata yapmadı diyecekler olacak elbet. Hatasızlıktan söz eden kim? Düşe kalka yürümek insanın sahihliğine dâhildir. Aldanır insan. Hesapsızlığıyla yanılır. Saflığına gelir, hata eder. Sahihlikten bahsediyorum ben: kusursuzluktan değil.