Tasavvufa karşı duruş sergileyenler, tasavvufun mistisizm kaynaklı olduğunu söylerler. Hint/Yunan mistisizmden geçme olduğunu belirterek kuvvetlendirirler.
Evelyn Underhill, mistisizmi “Hak ile birleşme sanatı” olarak tarif eder.
Mistisizm, pasifliği savunur. Kişi kendisine gelen ilhamı doğrudan kabul eder, bir şey yapmasına gerek yoktur. Tasavvuf ise gayreti savunur. Kişi, özel gayret göstermelidir. Mistisizmde metot yoktur. Tasavvuf, her adımı bir metot üzerine kurar. Mistisizm, Nirvana’ya ulaşmayı gaye edinir, ulaşıldığında kişi “yok” olacaktır. Tasavvufta gaye fenafillaha ermektir. Ancak tasavvufta asıl vazife bu mertebede verilir insana.
Mistisizm yokluğu, tasavvuf ise yoklukta var olmayı amaç edinir. Mistisizmde, kişi yalnızdır, yolculuğunu yalnız yapmak ve tamamlamak zorundadır. Tasavvufta, bir rehber, mürşit zorunludur. İstisna üveysiliktir ancak üveysilik de ömür boyu sürmemekte, eninde sonunda bir mürşide bağlanmayı gerektirmektedir. Dolayısıyla mistisizmde bir silsile de yoktur, tasavvufta herhangi bir oluşum silsileye dahil değilse sahtedir. Silsilede sonunda Hz. Muhammed’e ulaşır. Tasavvufta kişinin meşrebi, fıtratı esas alınır. Kişi, fıtratına uygun bir yola sevk edilir. Mistisizmde fıtratın, meşrebin önemi yoktur. Mistisizmde, öğrenme esastır; tasavvufta, olma esastır. Yani mistisizm ilmel yakinde son bulur, tasavvuf ise Hakk’el yakini amaçlar. Mistisizm dışa dönüktür, tasavvuf içe dönük bir yolculuktur. Mistisizm adı üstünde mistiktir, açıklanamaz, tanımlanamaz, neyin nasıl olduğu bilinemez. Tasavvufta ise her merhalenin, her mevzunun bir sebebi vardır, manası vardır.
Tasavvuf zaten bu hikmete ulaşma çabasının adıdır. Tasavvuf, her şeyde bir hikmet arar; mistisizm aramaz çünkü bulunmayacağına, bilinemeyeceğine inanır. Mistisizmde ilim, insanın dışındadır, uzaktadır, ulaşmak ve öğrenmek gerekir. Tasavvufta ise ilim insanın kendisindedir, içindedir, onu ortaya çıkarmak gerekir, insanın özünü aramaktır. Mistisizm, hedef Nirvana der; tasavvuf ise “aynada baktım özüme, Ali göründü gözüme” der. Mistisizm ıstırabı önemser, dolayısıyla yokluğu hedeflese de insanı da önemsemiş olur çünkü insan, ızdırabı çekmektedir. Tasavvufta ise ızdırabın önemi yoktur, benliğin önemi yoktur çünkü, tasavvufta ıstırap da aşılması gereken bir merhaledir sadece. Mistik Malebrance’a göre dünyada bir nizamsızlık vardır, bu nizamsızlığı insan/filozof çözmek zorundadır, tanrıdan bir müdahale beklemek anlamsızdır. Tasavvufta ise Allah’ı yegâne hâkimiyet sahibi olarak tanımlar. Mistisizmde, tanrı yaratıkların isteklerine göre hareket eder; tasavvufta ise yaratıklar Allah’ın iznine göre hareket edebilir. Mistisizme göre tanrı her şeydir ve her şey tanrıdır. Tasavvufa göre ise Allah, Zati bakımından her şeyden ayrıdır. Mistisizm, fiziki âlemi tanrıyla özdeş görür; tasavvuf ise fiziki âlemi bir görüntü, vehim, geçici addeder. Mistisizmde sistemli bir ahlak geleneği yoktur, tasavvufta ise gaye Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaktır. Mistisizmde kendinden geçme vardır, anlıktır. Tasavvufta, elde edilen feyzi geri almak imkânsızdır.
Evelyn’e Hak ile birleşme demişti. Tasavvufta ise birleşme olamaz çünkü Hakk’ın kudreti karşısında insan benliğini yok etmek zorundadır. Bir de Yunus Emre Hz.’lerine bakalım: “Yunus sen beni gider/ Her ne iderse dost ider.”