Tarikatlar İslam toplumunun emniyet supaplarıdır. Bir kişi dini için çeşitli gayretlerle bir tarikata mensup olur. Bir tarikata tabi olmayanlar da çeşitli sebeplerle olmayabilir. Ne birisi doğrudur diğeri yanlış ne de diğeri yanlış öbürü doğru. Her ikisi de özgür iradeyle karar verilmiş gerçekliktir.
Kimin hangi tarikata tabi olacağı hangi yolu/metodu tercih edeceğine bağlıdır. O yolun kişinin meşrebine, yolu temsil edenin ise yine kişinin mizacına uygun olup olmadığına bağlıdır. Yani düz mantıkta iddia edildiği gibi bir kişinin bir tarikata bağlılığı kişinin aklının bir başkasının idaresi vermesi filan değildir. Bu akıldan ziyade gönül işidir. Bu yüzdendir ki anlaması ve izahı biraz zordur.
Tarikatlara yekten saldırı direkt olarak İslam’a saldırıdır. Aslında bu güruh İslam’a doğrudan saldıramadığı, saldırabilecek argümanı bulamadığı için tarikat mensubu Müslümanlar üzerinden İslam’a saldırı yolunu tercih ediyorlar.
Tam bu noktada tarikat mensubu ya da bir yolun temsili pozisyonunda bulunan Müslümanlar’ın ne derece önemli bir noktada durduklarını fark etmeleri için ciddi bir özeleştiri pozisyonunu alması gerekiyor.
Büyükler derler ki: “Önce şeriat sonra tarikat.” Yani tarikat şeriatın üzerine inşa edilmiş bir takvada derece edinme yoludur. En azından bu niyetle buralara intisap eder talipler.
Böyle bir yola dahil olanlar artık dinde mübah derecesini aşıp ‘şüpheli olana dahi yaklaşma’ma hassasiyetini seçmişlerdir. Onun içindir ki yüklendikleri sorumluluk hayatlarının her noktasına aynı özenle yaklaşma sorumluluğudur. Tarikat mensupları baştan aşağı daha üst bir makama talip olmuş olanlardır.
Bu yüzdendir ki her hareketlerini kötü niyetli insanların yorumuna açık bırakmadan doğrudan İslam’a uygun yaşamaları ve görünmeleri gerekir. Toplu ya da bireysel davranışların şovdan uzak, İslami tevazuu içermesi elzemdir.
İslam dininin çerçevesi bellidir. Sade bir Müslüman’ın parası çok olsa dahi asla gösterişle işi olmaz. İsrafta bulunmaz. Şaşaa, debdebe, şatafat ondan beridir. Ve en önemlisi kazancının yolu izah edilebilir, anlaşılabilirdir.
Hiç unutmuyorum bir zaman bir hocam bana yaptırdığı üç katlı evinin hikâyesini anlatmıştı. Ben de; “Hocam bunu bana neden açıklıyorsunuz ki?” deyince bana, “Biz belli görevleri olan, çevresinde insanların iltifat ettiği, bize itibar edilen ve çevresi zengin olan birisiyiz. Dolayısıyla zihin boşluk kabul etmez. Ben insanların zihnini doğru şeylerle doldurmaz isem şeytan onları yanlış şeylerle doldurur ve hakkımda suizanda bulunmalarına sebep olabilir. Bana bir şey olmaz belki ama onlar bundan dolayı hesaba çekileceklerdir, benim gönlüm de buna razı değil” demişti.
Cemaatler kapatılsın diye ortaya çıkanlar cemaatlerin, tarikatların bir kurum olduklarını düşünüyorlar herhalde. Yani ortada kapatılabilecek bir şey yoktur. İnsanların gönüllerine zincir vuramayacaklarını bilmiyorlar. Bu cehaletleriyle bile olsa sırf bu noktadan İslam’a saldırmalarına vesile olmak daha iyisine talip Müslümanlar için bin düşünülmesi gereken bir noktadır.
Dini daha hassas yaşama yolu dünkü mesele değil Peygamber Efendimiz’in (sav) İslam’ı tebliğinden itibaren (ashab-ı suffa ile) var olagelmiştir. Hiç kimsenin hiçbir hareketini savunma ya da tevile gerek yoktur. Uygun olmayan bir hareket varsa kişiseldir. Yol bellidir, yoldakilerin hataları ne yola ne de İslam’a mâl edilebilir…