Kur’an-ı Kerim tarih bilgisinin önceki olayları hatırlayıp ders alma bakımından ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Çok sayıda ayet-i kerime bizleri yeryüzünü dolaşıp daha önce yaşamış toplumların akıbetlerini müşahede etmeye ve bütün bu olup bitenlerin fizikî ve sosyal yasalara göre cereyan ettiğini anlamaya teşvik etmektedir.
Kur’an-ı Kerim tarihten ders almamız amacıyla bazen uzun ve detaylı bazen de Kâf Sûresi’ndeki gibi oldukça kısa anlatımlar sunmaktadır:
“12. Bunlardan önce Nuh halkı, Ressliler ve Semud da yalana sarıldı. 13. Âd halkı, Firavun ve Lut’un kardeşleri de öyleydi. 14. Eykeliler ile Tubba halkı da aynısını yaptı. Bunların hepsi elçilerini yalanladı ve tehdit edildikleri cezayı hak ettiler.” (Kâf 50:12-14).
Böylece Kur’an-ı Kerim son derece kısa bir anlatımla elçileri yalanlayan ve bu yüzden tehdit edildikleri cezaya çarptırılan sekiz ayrı kavmi dikkatlerimize sunmaktadır.
Bizler, aynı yasa ve ilkeleri çağdaş bazı şahıslar ve topluluklar hakkında da dile getirebiliriz. Mesela; Rabbinizin Sovyetler Birliği’ne ne yaptığını görmediniz mi? Rabbinizin Hitler ve Napolyon’a ne yaptığınızı görmediniz mi? Rabbinizin İran Şahına, Saddam’a, Kaddafi’ye ve Miladiç’e ne yaptığını görmediniz mi? (Bu önemli olayları iyice düşünün).
Tarihten ders almamızı talep eden yalnızca Kur’an-ı Kerim değildir. Rasulullah’ın da (sas) büyük bir sükûnetle bizden önce gelip geçmiş topluluklardan ibret almamızı salık verdiğini görmekteyiz. Nitekim, kendisine has diliyle Allah Rasulü tarihin yasasını şu şekilde ifade etmiştir:
“Sizden önceki toplumları helak eden şudur: İçlerinden itibarlı birisi hırsızlık yaptı mı onu salıverip kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona had cezasını tatbik ederlerdi…” (Buhari, Hudûd 11-12; Müslim, Hudûd 8…).[1]
Rasululah (sas) bu açıklamasını yaparken; “Bu, Allah kelâmıdır” demediği gibi “Bu, Allah’ın size gönderdiği elçisi olarak benim sözümdür” de dememiştir. Bilakis şunu söylemiştir: Bu, tarihin sözüdür, yani yasasıdır. Hangi toplum böyle davranırsa, aynen önceki toplumlar gibi o da helak olur.
Ziyad bin Lebid’den gelen bir hadiste şöyle anlatılır:
“Nebi sallallâhu aleyhi vesellem bir şey söyledikten sonra dedi ki: “Bunlar, ilmin çekip gittiği zamanlarda olacaktır.” Dedim ki: “Ya Rasulâllah, bizler Kur’an’ı okuyup dururken ilim bizden nasıl gider? Biz Kur’an’ı okuyoruz, çocuklarımıza da okutuyoruz. Onlar da kendi çocuklarına okutacaklar. Kıyamete kadar böyle sürüp gidecek.” Rasulullah dedi ki: “Anasız kalasın ey Ziyad, ben seni Medine’nin en akıllılarından sanırdım. Gördüğün gibi Yahudilerle Hıristiyanlar Tevrat ve İncil’i okumaya devam ediyorlar, ama o ikisindeki hükümlerle amel etmiyorlar.” (Tirmizi, İlim 5).[2]
Allah Rasulü’nün arkadaşlarına yaptığı bu öğretim tarihî bir öğretim idi. Zira onlara; “Bunu Allah söylemiştir, dolayısıyla buna itiraz etme hakkın yoktur.” dememiştir. Keza; “Sen Allah’ın Rasulü’ne nasıl itiraz edersin?” de dememiştir. Burada Rasulullah (sas) “Allah dedi ki” söylemini kullanmadığı gibi “Kendi nefsinden konuşmayan Allah Elçisi” söylemini de kullanmamıştır. Bilakis, ashabının ve tüm insanların önünde toplumsal ve tarihî bir olayı delil getirmiştir. Önceki kitapların müntesiplerinin ilmi yok etmesini onların o kitaplardan istifade etmeyi bırakmasıyla açıklamıştır.
Allah Rasulü’nün (sas) açıkladığı bu yasanın onlar hakkında olduğu gibi aynen bizim hakkımızda da işlediğini apaçık görebiliyoruz. Aynı şekilde bizden sonrakiler için de işleyecektir. Tarihten, Allah’ın âfâk ve enfüs (dış ve iç âlem) ayetlerinden yararlanmayanlara Kitab’ın ayetleri de bir yarar sağlamayacaktır.
Allah’ım! Bizi Kur’an’ı okuyan, anlayan ve buyruklarına uygun davrananlardan eyle. Bizleri eski ve yeni toplumların haber ve hikâyelerinden ders alan akıl sahiplerinden eyle. Bizleri Rablerinin vaadi aleyhlerinde gerçekleşenlerden eyleme. Bizleri, elçilerini yalanlayarak tüm âlemlerin Sahibi Allah’ın tehdidine ve cezasına muhatap olanlardan eyleme Ya Rabb! (Âmiin).
[1] Hadisin tamamı şöyledir (Çev.): “Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü. “- Bu kadın hakkında Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) nezdinde kim müessir bir şefaatte bulunabilir?” diye adam aradılar. “- Bu işe, sadece Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) çok sevdiği Üsame İbnu Zeyd (radıyallahu anhüma) cür’et edebilir” dediler. Üsame (huzura çıkarak), Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)’a şefaat talebinde bulundu. Efendimiz: “Allah’ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi talep ediyorsun?” diye çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu: “Sizden öncekileri helak eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terk edip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi. Allah’a yemin olsun! Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim.” Ebu Davud ve Nesai’nin, İbnu Ömer’den (radıyallahu anhüma) kaydettikleri bir rivayette şöyle denmiştir: “Mahzum kabilesinden bir kadın, mal istiare ederdi.” Nesai’de şu ziyade mevcuttur: “Mahzumlu kadın (tanınmış komşularının) diliyle bazı malları ariyet olarak almıştı.”
Kaynak: Buhari, Hudud 11, 12, 14, Şehadat 8, Enbiya 50, Fedailu’l-Ashab 18, Megazi 52; Müslim, Hudud 8, 1688; Tirmizi, Hudud 9, (1430); Ebu Davud, Hudud 4, (4373, 4374); Nesai, Sarik 5, (8, 74, 75).” , 02.12.2017.
[2] Hadisin tamamı şöyledir (Çev.): “Ebu’d-Derda radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: “Şu anlar, ilmin insanlardan kapıp kaçırıldığı anlardır. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!” buyurdular. Ziyad İbnu Lebid el-Ensari araya girip: “Bizler Kur’an’ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl kapıp kaçırılır? Vallahi biz onu hem okuyacağız hem de çocuklarımıza, kadınlarımıza okutacağız!” dedi. Resulullah da: “Anasız kalasın ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil, yahudilerin ve nasranilerin elinde, onların ne işine yarıyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?” buyurdu. Cübeyr der ki: “Ubade İbnu’s-Samit radıyallahu anh’a rastladım. Kardeşin Ebu’d-Derda ne söyledi, işittin mi? dedim. Ve ona Ebu’d-Derda’nın söylediğini haber verdim. Bana: “Ebu’d-Derda doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşu’dur. Büyük bir camiye girip huşu üzere olan tek şahsı göremeyeceğin vakit yakındır!” dedi.” (Tirmizi, İlm 5, hadis no: 2655). , 02.12.2017.