İçinde Fransa’nın da olduğu Batı, canımızı çok yaktı.
Büyük bir kin ve nefretle ve canavarca ve ahlaksızca ve alçakça zulmettiler bize…
Her yerde, Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ve tüm mazlum coğrafyalarda.
Günahları çok büyük, say say bitmez.
Bunu tartışmak bile abes aslında.
Hatta yazıya girerken böyle bir izahat yapma ihtiyacı duymamız, başlı başına bir trajedi…
Ama değil mi ki, biz, IŞİD ve benzeri cinayet şebekelerinin, sivil-asker ayrımı yapmaksızın suçsuz insanları katletmelerine İslâm’ın emri gereği itiraz ediyoruz, işte o zaman yukarıdaki izahatı yapma zarureti hasıl oluyor.
Yani, Müslümanların bir kısmını, İslam’ın nehyettiği birtakım fillerden uzak durmaları gerektiği hususunda ikna etmek ihtiyacı duyuyoruz ki, trajediden kastım tastamam bu, ne yazık ki.
Böyle zamanlarda yazmak, fikir beyan etmek zordur.
Kimileri, IŞİD denen esasen İslam düşmanı olan örgütleri İslam’a yamayarak, sizin itirazınızı samimi (!) bulmaz, kimileri de, “size mi kaldı bu saldırıları kınamak” yaklaşımıyla, sizi açıkça yasaklanan bir fiile en azında kalben iştirak etmediğiniz için eleştirir.
Zordur bu nedenle yazmak ve konuşmak.
Ama bize düşen, her hal ve şartta “hududullahı” muhafaza etmektir.
Yakın geçmişte, gâvurların tasallutu nedeniyle yüz binden çok daha fazla şehit veren Bosna Müslümanlarının lideri Aliya İzzetbegoviç’in, savaş ortamında dahi asla taviz vermediği Müslümanca tutumuna işaretle, bizim açımızdan konunun hangi anlama geldiğini net bir biçimde ortaya koymanın bir vecibe olduğu kanaatindeyim.
Aliya (Rahmetullahi aleyh), Demokratik Eylem Partisi’nin 12 Ocak 1994 tarihli yönetim kurulu toplantısında yaptığı konuşmada da şöyle diyordu…
“Görüyorsunuz, Allah bizi zor bir imtihandan geçiriyor. İnsanlarımız boğazlanıyor, kadınlarımız ve çocuklarımız öldürülüyor, camilerimiz yıkılıyor ve biz ne onların kadınlarını ve çocuklarınız öldürmek ne de kiliselerini yıkmak istiyoruz. Bunu yapmak istemiyoruz, çünkü bazı istisnalar olsa da, bu bizim tarzımız değil. Bazı askerlerimiz burada ve bunu onlara söyleme fırsatı buluyorum. Bu herkese ulaştırmamız gereken bir mesaj. Kazanacağız; çünkü öteki dine, öteki ulusa ve öteki siyasi duruşa saygılıyız. (…) Çünkü aklı başında ve dürüst insanlarız. Aslında, herhangi bir kutsal nesneyi tahrip etmemiz, bizlere, sarih bir biçimde yasaklanmıştır. Sırbistan’a dört asır boyunca Türkler hükmetmiş olmasına rağmen, bu yasaklama sayesinde, Deçani, Graçanica ve Sopoçani manastırları yerlerinde duruyorlar. Türkler buraları tahrip etmediler. Çünkü inandığımız kitap, bu türden bir tahribatı reddediyor. İnsanlarımız bu kurala sadık kaldılar. (…) Bu bizim zaferimizin anahtarıdır. Allah’ın yardımıyla kazanacağız, çünkü muayyen yasalara uyacağız. (…) Bazen askerlerimizle bazı problemler yaşıyorum. Şöyle diyorlar: ‘Neden intikam için bir şeyler yapmıyoruz?’ Onlara: ‘Yasalara saygılı olun ve işleri kendi mecralarına bırakın’ diyorum. Çalışması ve savaşması gerektiğine, ancak olaylara hükmedemeyeceğine inanan bir topluluğa mensup değil miyiz? İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe Allah hükmeder ve O ne derse o olur…”
Biz, bu ahlakın ve bu imanın savunucusuyuz.
Hepsi bu!