Gözüm ne tutuklanan darbetör haşhaşileri, ne tv şakirtlerini görmüyor. Gözlerimi meydanlardan alamıyorum.
Siyasi, askeri ve sosyolojik analizler de dikkatimi hiç celbetmiyor.
Küresel fıravunların dedikleri, tehtidleri ise hiç umurumda değil.
Tarihin sayfasından fırlayıp çıkan, kendini tankların altına atan, yediği oklara aldırmaksızın surlara sancağı diken Ulubatlı Hasan gibi tankların üzerine, elinde albayraklarla fırlayıp çıkan, şu aziz milletin sıradan güzel evlatlarında gözüm, kalbim, aklım…
Erdoğan sanki bir Ak Doğan oldu.
Binali sanki bir Mürteza oldu.
Sanki şu kahvede tavla atan, okey oynayan, şu meyhanede imkansızlık ve maddi yoksulluğun boynunu büktüğü kederden demlenen adama bir sihirli deynek değmiş gibi…
Sanki bir el tarihin kapaklarını açmışta, bir nefes tozlu sayfalarına üfleyince, ardından çil, çil kubbeler serpen bir ordu, destanlar, menkıbeler yazılan bir millet meydanlara dökülmüş gibi…
20 gündür meydanlarımız ile evimiz, mescidimiz, gönlümüz arasında kurulan köprüde say eyliyoruz, gidip/geliyoruz.
Selalar gündemi belirler oldu.
Tekbirler, tevhidler, selavatlar gıdamız oldu.
Şu meydanlara bak hele bir, bak bir şu çingeneme, şu hiçlikten çıkmış şimdiye kadar farkedemediğimiz şu güzel insanlara bak, nasılda aşk ile muhabbet ile selam ediyor. Sanki kırk yıldır dost.
Elbette kırk değil kalu beladan beri dosttuk ya, biz bu meydanda bu nefesle farketmiş olduk.
Bir Milleti gafletten uyandıran, dirilten, aslına döndüren, Alemlerin Rabb’ına hamdolsun.
”Hay kalbim, zikrullah, ”la ilahe illallah muhammedun resulüllah…” nidaları arasında mahşeri andıran meydanda günlerdir dolanıp durmaktayım.
Bir ruh yeniden bir millete üfürülmekte ve beden/devlet ona uygun hale getirilmekte.
Oyunlar bozulmakta, oyunlar kurulmakta.
Fetih marşları arasından, şarkılarla, şiirlerle, ilahilerle, zikirlerle, şiir gibi bir millet dirilmekte.
15 temmuz 2016 tarihi, bir ergenekondan çıkış değil, bir tarih sayfasından çıkış ve dirilişinin destanıdır vesselam….