Tarih, diğer alanlarından çok farklı bir bilimdir. Bize kim olduğumuzu, kimliğimizi, neye inanmamız gerektiğini, geçmişimizi, nerden gelip nereye gitmemiz gerektiğini açıklayan bir alandır. Bu söylediklerim öyle yalın, yavan kavramlar, açıklamalar değildir. Tarih bilmek, her zaman için bir adım önde olmaktır. Bir milleti yok etmek istiyorsanız topla, tüfekle saldırmanıza gerek yok, hafızasını silin, oluşturmuş olduğu arşivi ortadan kaldırın, yeter.
Bugünün Türkiye’sinin ana meselelerinden birinin de, tarihimizi bilmediğimizden kaynaklı olduğunu sanırım bu yazıyı okuyan herkes tasdik edecektir. Pek çok konuda olduğu gibi tarih konusunda da o kadar çok parçalara bölünmüşüz ki, akıllara ziyan. İslamcıların tarihi, Solcuların tarihi, Kemalistlerin tarihi, liberallerin tarihi, milliyetçilerin tarihi…
Tarih, ortaya, geçmişe dair gerçek bir vakıa koyar. Yorum ise kişilere, görüşlere göre değişebilir. Ama bizde öyle değil. Ortaya konulan gerçekler konusunda bile kavgalıyızdır biz birbirimizle. Hâlbuki gerçekler kişilere göre değişmez.
Bu konuda o kadar çok örnek var ki, hangi birini yazalım.
Mesela, Murat Bardakçı’nın da önceki gün köşesinde kaleme aldığı, düzmece 19 Mayıs gerçeği. Mustafa Kemal’i olduğundan çok daha farklı, efsanevi gösterme çabası ile hazırlanmış, hâlâ okullarımızda okuttuğumuz düzmece bir tarih var ki, akıllara zarar. Neymiş efendim; Mustafa Kemal, kırık, dökük, her an batmaya hazır, pusulası bile olmayan Bandırma Vapuru ile İngilizlere gözükmeden sadece geceleri ilerleyerek gizlice Samsun’a çıkmışmış. Yıllarca okutulan bu saçma, düzmece tarihin aslında Mustafa Kemal’e kurulmuş bir tuzak olduğunu neden şimdiye kadar Kemalistler görmeyip, itiraz etmediler, anlamış değilim. Oysa, yalanın bir gün ortaya çıkacağını ve gerçek Mustafa Kemal’in zarar göreceğini biliyor olmalıydılar. Hele hele devlet reisi Mustafa Kemal’in ilgili hiç bir yalanın ilelebet saklı kalamayacağı o kadar aşikarken, nasıl sus pus olmuşlar, ilginç. Bu acıklı durum, “klasik, cahil, toplumdan kopuk sol aklı”ndan başka hangi gerekçe ile açıklanabilir ki?! Bunu her ne kadar resmi tarih anlayışı olarak kabul ettirmiş olsalar da, yıllarca ancak sadece kendileri inandı, başka kimse değil. Bardakçı, ortaya resmi evrak koyarak kaleme almış olduğu yazısında, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının resmi gazete Takvim-i Vekayi’de yayımlandığını, bunun bir devlet projesi olduğunu, Sultan Vahideddin ile Sadrazam Damat Ferid Paşa’nın gelişmeleri günü gününe takip ettiğini, Bandırma Vapuru’nun da dönem şartları içinde çok iyi donanımlı olduğunu yazar.
dar hapis yattı. Mustafa Kemal’e hakaret, hapis suçlarından biriydi. Sonra, öz vatanım dediği Rusya’ya kaçtı. Ömrünün son yıllarında Mustafa Kemal’le görüşmek istedi, lakin izin çıkmadı. Şimdi, solun Nazım Hikmet aşkı mı gerçek, yoksa Mustafa Kemal sevgisi mi? Öyle ya? Nazım’ın Mustafa Kemal’i, Mustafa Kemal’in de Nazım Hikmet’i sevmediği ne kadar gerçekse, Kemalistlerin Mustafa Kemal sevgisi de dağlara taşlara ayan. Bu sevgi aşkı bir ikiyüzlülük değilse, ne ile açıklanabilir ki? Şimdi birileri çıkıp, biz sadece Nazım’ın şiirlerini seviyoruz diyebilir, buna diyecek bir sözümüz yok elbet. Ama ya bu iki karakteri de çok sevdiğini söyleyenler, bu vaziyeti nasıl açıklayacaklar acaba?
Üçüncü örnek ise Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesi olayı. Hatırlayın, meclisteki oylamada Deniz Gezmiş ve arkadaşları 144 CHP milletvekilinden 97’sinin oylarıyla kabul edilmedi mi? İlginçtir, farklı hatta zıt fikirden olmasına rağmen Erbakan ise hayır oyu kullanmıştı. Diğer siyasileri saymıyorum. Şimdi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı en çok kim anıyor? Kim sahipleniyor? Kemalistler, solcular… İyi kardeşim de, adama sormazlar mı, madem bunar badem gözlüydü de, niye idamına oy verdiniz? Madem bulunmaz Hint kumaşıydı bu üçlü de, şimdi mi farkına vardınız? Dünkü davranılınız mı doğru, bugünkü mü? Doğru, dünde doğrudur, bugün de. Yarına, doğru değişmez.
İşte tarih budur, kişinin, toplumun gerçek yüzünü ortaya çıkartır. Gerçekler hiç bir zaman ilelebet gizlenemez…