Midhat Paşa, 1876 yılında ilk Kanûn-i Esasî’yi hazırlarken, Sultan’ın yetkilerinin çok sınırlandırılmaması ve lüzumu halinde bazı yetkilerini harekete geçirmesi gerektiğini düşünmüştü. Çünkü, kendisi güçlü sadrâzam idi ve gücünün uzun süre öyle kalacağını zannediyor gibiydi.
Ama, o yetki düzenlemesinin darbesini ilk yiyenlerden birisi kendisi olmuş ve azledilmişti.
Mezarlıklar güçlerinin sonsuz ve kendilerinin de vazgeçilmez ve yapacak daha çook işlerinin olduğuna inananlarla doludur.
*
Muhammed Şemseddin (Günaltay) 1908’lerin, 2. Meşrutiyet yıllarının en ateşli İslamcılarındandı. 40 sene sonra ise, kemalist-laik rejimin başbakanlığına getiriliyordu, İsmet Paşa’nın ’millî şef’lik saltanatının artık son bulmak üzere olduğu 1949 yılında..
İslam tarihi üzerinde yetkin bir uzman da sayılan Prof. Günaltay’ın, ’Şef’ine gider-ayak, sunduğu kanun düzenlemelerinden birisi de T. Ceza Kanunu’na sonraları ’163. madde ’ diye ün yapan bir ekleme yapmasıydı. Bu madde, ’devletin kısmen dahi olsa bir dinin kurallarına göre idare edilmesi’ni istemenin, o yolda görüş belirtmenin ağır suçlardan olduğunu hükme bağlıyordu.
Meşrutiyet döneminin en etkili İslamî dergilerinden olan ’Sebîlurreşad’ın yayıncısı ve de Günaltay’ın eski yakın arkadaşlarından olan Eşref Edîb, ona bu yaptığının yanlışlığını anlatmaya çalışıyordu.
O ise, bu düzenlemenin, sırf siyasî denge hesabları için yapıldığını, Ceza Kanunu’na, ’bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde hâkimiyet kurmasını yasaklayan ve daha çok da komunizan düşüncede olanları ’ cezalandırmak için konulan 141 ve 142’nci maddelerin tek taraflı olmadığını göstermek için işbu 163. maddenin getirildiğini söylüyordu.
Gerçekte ise, suçlanması ve cezalandırılması öngörülen sadece İslam diniyle ilgili düzenleme talebleriydi. Çünkü, Avrupa’dan alınan kanunlar, özü itibariyle şu veya bu şekil ve mikdarda o dünyanın dinî değerlerinin de etkisiyle hazırlanıyordu. Böylece, o madde ile, ‘Ben kesin doğru olduğuna inandıklarımın hayatıma hâkim olmasının isterim..‘ diyen nice müslümanları zencire daha bir vurmayı hedefliyordu.
’Bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde hâkimiyet kurmasını önleyeceği’ söylenen 141 ve 142. maddeler de aslında en faşist / yani, devleti kutsayan ve devlet için insanların fedaâ edilebileceğini esas alan bir anlayışla ülke ve halkın üzerine abanmış olan Birinci ve İkinci Şef’lerin tahakkümlerine karşı çıkmayı hedef alıyordu. Jakoben -tepeden inmeci zorbalarımızın, kemalistlerimizin nezdinde vatandaşın her türlü düşüncesi iktidara gelebilirdi, ama o doğrular sadece kendileri tarafından da kabul edilmesi şartıyle..
Sözkonusu o kanunlarla 40 yıl boyunca ne büyük baskı ve zulüm cendereleri devreye konulmuştu, o günleri bilenler bilir..
Sözkonusu kanun maddeleri ancak Turgut Özal’ın son demlerinde kaldırılabilmişti.
*
Başkalarının yanlışlarına gülerken, kendi ilkelliklerimiz görememek..
’M. Kemal’in hâtırâsına saygısızlık yapılmasını önlemek’ adına 1951 yılında Adnan Menderes zamanında bir kanun çıkarılırken, 5816 sayılı bu kanun düzenlemesine en sert eleştirileri yapanların başında Halide Edîb bulunuyordu. Onun o zaman Meclis’de yaptığı nefis konuşma hâlen de düşündürücü ve ibret vericidir. Bu kanunla kişilerin ‘putlaştırılması‘ ve ‘kişiye tapma eğilimleri‘nin tarihte olduğu gibi hortlayacağı tehlikesinin dile getiriyordu.
Kanunu çıkaranlar ise, birkaç kişinin bazı heykellere karşı yaptıkları saldırılar dolayısiyle bu kanuna ihtiyaç duyulduğunu ileri sürüyorlar ve korkulduğu gibi bir uygulamanın bir vehim olacağını söylüyorlardı.
Ama, 63-64 yıllık bir geçmişe, geriye dönüp baktığımızda kimin doğru ve kimin yanlış düşündüğü pratik olarak da ortada..
Birkaç gündür Ankara’daydım.. Özellikle laik- kapitalist ve diğer ‘yüksek‘ zümrenin yoğunluklu olarak yaşadığı Çankaya’nın daha çok da Kızılay ve benzeri işlek semtlerinde her tarafın 1-2 metre boyunda yüzlerce M.K posterleriyle doldurduğunu gördüm. İnsan sormadan edemiyor;‘Tek kişi kültü veya kişiye tapma törenleri başka nasıl oluyor ki?‘ diye.. Hele bir asker kişinin, ‘Biz, hergün, generaller de dâhil, Meclisin arka tarafındaki bir askerî mekanda duran bir heykeli selamlıyarak mesaîye başlıyoruz..‘ sözlerine ne demeli?
Halbuki hepimiz K. Kore’deki Kim il Sun hanedanının ilkel ve iğrenç diktatörlük uygulamalarına güleriz.. Ya da, Arabistan‘da insanların, Suûd rejiminin yeni kralı Selman‘ın fotoğrafının resmedildiği mukavva maketteki eli öpmelerine..
Ama, kendimize bakmayız.
*
Yeni kanun düzenlemeleri yapılmak isteniyor..
Elbette keyfî uygulamalar olmaması için, bir takım genel kuralların getirilmesi gerekir ve gerekiyordu.
Doğrudur, ülkenin daha medenî bir çehreye kavuşması ve ilkelliklerden kurtulabilmesi için, yığınla kanun düzenlemeleri daha gerekmektedir. Hele, etrafı ateşe vererek, tahrib ederek ya da yüzler kapatılarak yapılan gösterilere hiç bir modern ülkede izin verilemez. Ama, bunların yanında, yarınlarda başkalarının, geçmişteki ceberrutçu kemalist-laik kadroların güçlerini daha etkili şekilde devreye sokacaklarını ve halkımızı tekrar cenderelere sokmaya kalkışacaklarını unutmamalıyız.
Son kanun düzenlemesiyle ortaya çıkan gerilime bir de bu açıdan bakmak gerekir.
*
Bir diğer konu.. İki haftayı aşkın bir zamandır, Meclis savaş alanına döndü.. Bir takım kanun düzenlemeleri yapılırken, farklı konulardaki 130 küsur maddenin bir ‘torba kanun‘la geçirilmesi usûlünde niye ısrar edilir? Meclis savaş alanına dönüyorsa, bu kadar çok sayıda madde yerine bir kaç maddelik daha küçük ‘torba’lar halinde kanun düzenlemeleri yapılması niye düşünülmez? Yoksa, genel seçim eşiğinde gerilim özellikle mi tırmandırılır ve muhalefetin gerçekte nasıl bir tek cebhe halinde oldukları mı gösterilmek istenir. Başka zamanlarda, birbirleriyle selamlaşmayan partilerin bile tek cebhe halinde birleşmelerini sağlamak az bir ‘başarı‘ değildir. Ama, umulur ki, bu kanun düzenlemeleri yapılırken, geçmişte, Midhat Paşa’nın kendi eliyle hazırladığı tuzak ya da Şemseddin Günaltay’ın zâhiren mâkul gibi gösterilebilecek bazı uygulamalarının âkıbetlerine yeniden düşülmek istenmiyorsa..
Tarihin yanlışları tekrar edilmemelidir.