Tantalos kurtuldu, tanrıların çağı kapandı…

Abone Ol

Derler ki Zeus haramzadesi Tantalos, tanrılara yamuk yapmıştır. Suçu izafîdir. Kimine göre tanrıların ölümsüzlük şurubundan çalmıştır kimine göre de ölümsüzlüğün en gizemli sırlarını ifşa etmiştir. Velhasıl, artık sonsuza kadar sürecek bir azap onu beklemektedir. Tanrılar merhamet göstermez ve şutladıkları azapgahta bir ağaca bağlarlar kendisini. Envaı çeşit meyve salınır bu haşmetli ağaçtan. Ve çenesine kadar yükselmiş bir göl sarmıştır Tantal’ın etrafını. İşkence başlar. Tantal perişandır. Ne zaman meyvelere uzansa, dallar kaşlarını çatıp göklere çekilir. Ne zaman boynunu eğse suya doymak için, göl ürküp yerin altına saklanır…

***

Tantalos’un sözde kaderi, ahbes inkılaplardan bu yana, bünyemizdeki vesayetçi güruhun bize yaşattığı abeslerle benzeşmektedir. İşte, milletçe hissedârı olduğumuz ulvî kudreti avuçlarımızdan kaydıranlar ve bu asırlık ihanetin günümüzdeki muhafızları da; Tantal’a işkence eden kartonpiyer tanrıların rolünü çalmaya teşebbüs etmiş -etmeye de devam eden- zevzek takımıdır.

Oysa ne biz Tantalos’tuk ne de karşımızdakiler tanrıydı. Fakat bizi Tantal yerine koymaktan ve kendilerine tanrısal misyon yükleyip üzerimizde mutlak malikiyet kurma cüretlerinden hiçbir zaman vazgeçmemişlerdi. Ne zaman kımıldasak tutunacağımız dalı çekmişler, ne zaman doğrulsak içeceğimiz hayat suyunu kurutmuşlardı.

Kanımızın derinliklerine nakşedilmiş ve her an tazyikli bir fışkırış anını kovalayan (var)lık şuurunu, (yok)luğa bandırılmış tampon darbeleriyle sindirmişler; içimizdeki şahlanmaya talip fikir öfkesini, onu şahlandıracak aksiyon kıvılcımından uzaklaştırarak vasat bir asabiyet kıvamına getirmişlerdi.

Biz, onların eseriydik neticede(!) Ve onların esiri olmakla mükelleftik. Ne isterlerse kabul etmek, ne yaparlarsa boyun eğmek zorundaydık. Keyiflerini bozmak haddimize değildi. Onlara dokunamazdık. Vatan derdine düşmeye hakkımız yoktu. Görevimiz sığır sağıp, askerlik yapmaktı. Ülkeyi düşünmek onların vazifesiydi. Hürriyet adı altında kolonileşecekler, biz de bunu alkışlayacaktık.

Cehaleti kafalara takılmış başörtüsü ve takkelerle tescilliyor; İlim ve irfan mefhumlarının bizdeki öz şahsiyetini yok ederek, bizi biz yapan şuuru alelâdeleştiriyorlardı. Bize düşen de, bu pozitivist haşarılıkları içselleştirmek, “anane’’ kültürünü toz haline getirmekti.

Her isyan edişimizde yeniden öldürmüşlerdi bizi. Her çırpınışımızda yeniden itmişlerdi karanlığa. Ne zaman “Biz de varız” desek, “Sen kimsin de var olacaksın” demişlerdi. Ancak onların çizdiği sosyal hudutlar içinde yeşerebilir, onların inşa ettiği kanunlar içinde yaşayabilirdik.

***

Lâkin hâdiselerin muvazenesi, bir devrim keskinliğinde keyfiyet değiştirdi. Gayet farkındalar. Sandığımız kadar aptal değiller. Hazmedemiyor, her türlü çirkefliğe soyunuyorlar.

Çünkü biliyorlar ki:

Tanrıların çağı kapandı. Ne göl ellerinde artık ne de meyve taşıyan ağaçlar. Ve Tantalos, zincirlerini kırdı. O, sevimli hayâllerle geleceği kucaklarken, sarsak tanrılara geçmişin çöplüğü kaldı…