Hani derler ya; “Kanadı kırık bir kuş gibiyim. Uçsam uçamıyor, göçsem göçemiyorum. Yarım bırakılmış bir düş gibiyim. Yardan da, serden de geçemiyorum.’’ Evet, hayat insanı işte böyle bazen türbülansa sokar. Feleğin çemberinden geçen her insana ansızın hiç bilmediği, hiç beklemediği şeyleri yaşatır. Burası dünya! Dünya malı dünyada kalır ve burada işler hep yarım kalır. Hayat pazarında hep hancı olacağını zannedenler de vakti saati gelince kontak kapatıp bu dünyadan gideceklerdir. Bilesiniz ki; yarım kalmak ya da yarım bırakılmak çamurdan yaratılmış insanoğlunun değişmez kaderidir. Herkes ve her şey esasen yarımdır, yarım da kalacaktır. Bu yarım bırakma ya da bırakılma zinhar bizim elimizde değildir. Cenab-ı Allah’ın takdiridir. Bakarsınız hiç beklenmeyen bir anda bir şeyler birdenbire yarım kalıverir. En dokunaklı olanı da bilesiniz ki ölümle birlikte gelendir. Sonrası ise; hoşça kalsız vedalar, dönüşü olmayan yolculuklar, yarım kalan hayatlar…
Adına siz ne derseniz deyin (ben ona kader diyorum) hepimizin hayatında bu dünyaya dair geçmişte mutlaka yarım kalmış bir şeyler vardır. İster kabul edin, isterseniz etmeyin! Hepimiz iki kapılı bu handa yarım kalmış birer hikâyeyiz. O kadar çok yarımlar var ki hayatımızda. Mesela yarım kalmış sözlerimiz var bizim, yarım kalan heveslerimizin olduğu gibi. Hayallerimizde, tahsillerimizde, şarkılarımızda, sevdalarımızda, hep yarım… Olsun. Hayatımızın gayesi belli! Allah’ın sevdiği bir kul olarak yaşayıp O’nun rızasına ermek… Her şeyin vakti olduğuna inanan biz Müslümanlar için asla hüzün yoktur. Hem olanda hayır vardır. Olana rıza gösterir olandan razı oluruz. Çünkü biz biliriz ki; imtihan içerisinde imtihan vardır, olmuş olan olanların en hayırlısıdır. Her şeyin kayda alındığı ve nefeslerimizin sayılı olduğu şu fani dünyada biz biliyoruz ki her şey yarım kalacaktır.
Evet, kıymetli dostlar, bu dünyaya ait her şey ama her şey; mal-mülk, makam-mevki, para-pul, ana-baba çocuklar, dostlar, aşklar ve kendimize dair ertelediğimiz onca şey, bir gün ansızın duracak saat ve her şey yarım kalacaktır. Lakin ölünce bütün perdeler kapanmayacak! Sadece dünya hayatı dediğimiz ve o çok kıymet verdiğimiz şey son bulacak. Unutmayın! Dünyanın neresinde duruyor olursanız olun yarımsınız. Meselenin bam teli de işte burasıdır. Aklınız yarım, bilginiz kısıtlı, gücünüz eksiktir. İmam Rabbanî hazretleri dünyayı bize şöyle tarif eder: “Dünya nedir bilir misin? Kadın, oğul, mal, şan, şöhret, liderlik, eğlence ve oyun gibi seni Hak’tan uzaklaştıran ve O’na ulaşmanı engelleyen her şey dünyadır.” Bakın kıymetli dostlar; Sultan Süleyman hem Peygamber hem de sultandı değil mi? Cinler ve hayvanlar onun emrine verilmişti. İlim-hikmet sahibi idi. Kuşların dilini bilirdi. Güç, kuvvetin sembolü idi. Ama bütün bunlara rağmen o da Azrail’in elinden kurtulamadı ve yarım kaldı. Ve dahi kemikleri çürümeden unutuldu gitti…
Nihai kertede demem o ki kıymetli dostlar; ahiret saadeti dünya hayatında elde edilir. Bu açıdan dünya bizler için bir fırsat yeridir. Ahiret saadetini elde edilebilmek için dünyayı terk etmemiz gerekmiyor. Bu ikircikli durum bizim manevi mağlubiyetimize neden olur. Sadece dünya hayatını bütünün bir yarısı, Ahiret hayatını da bütünün diğer yarısı olarak görürsek, ulaşmayı ümit ettiğimiz cennet, Allah’ın izni ile kendimizi tamamlanmış hissettiğimiz bir yer olacaktır. Gelin henüz fırsat varken derhal harekete geçelim. Uyku ile uyuşukluk arasında ummanı kıyıdan seyredenlerden olmayalım. Kalbimizle düşünüp, ruhumuzun mahzenlerine inelim. Bir an önce fırsat varken tam olana ve her şeyden münezzeh olana yönelelim…
Selametle…