Türkiye’nin geleceğini tesis edecek olan çocuklarımızın eğitimi ile ilgili bazı temel meselelerin olduğu işin erbabının malumudur. Bu meseleler üzerine kafa yoranlar ve kalem oynatanlar, kendi meşrep ve mezheplerine (yöntemlerine) münasip tavsiyelerini ve tenkitlerini çeşitli vasıtalarla serdediyorlar. İyi niyetle yapılan çalışmaların er ya da geç hayırlı netice vereceği muhakkaktır.
Okullarımızın her kademesinde öğrencilerimiz görmüş oldukları müfredattan imtihan olurlar. Öğretmenlerinin ve merkezi sistemin yaptığı sınavlarla öğrencinin bilgi ve becerisi ölçülmüş olur. Teoride eğitime iştirak eden herkesin seviyesini göstermesi gereken netice, sadece öğrencinin omuzlarına yüklenir ve bir sonraki eğitim kademesinin kaderi tespit edilir. Ortaya çıkan başarı ya da başarısızlık; öğretmen, idare, sistem, aile ve diğer etkenlerin (amillerin) karnesini olmasına rağmen fatura genelde öğrenciye kesilir. Benim iki cümle ile yazıp geçtiğim bu husus, öğrencinin hayatını şekillendiren hayatî bir dönüm noktasıdır.
Üniversiteye (YGS-LYS) ve liseye (TEOG) geçiş sınavlarında okuldaki başarı puanlarına önemli bir pay ayrılmıştır. Sistemin bu uygulamasının, öğrencinin okul hayatı boyunca gösterdiği çabaya ve öğretmenin öğrencisi hakkındaki kanısına değer vermesi açısından teorik olarak doğru olduğunda kuşku yoktur. Ancak meselenin fikriyât (teori) noktasından fiiliyât (pratik) sahasına geçince kitapta durduğu gibi durmadığı da ortadadır.
Bir kere eğitim sistemimiz öğrencilerimizin sadece bilgisini ölçmektedir. Becerinin ölçülmesi -istisnalar hariç- söz konusu değildir. Haddi zatında becerinin tespiti ve ölçülmesi için ne tam anlamıyla bir altyapı ne de öğrencinin tam manasıyla tanınmasını sağlayacak zaman ve ortam vardır. Hal böyle olunca yetenek derslerindeki ölçme değerlendirme son derece sübjektif ve keyfi olmaktadır. Mesela Beden Eğitimi ve Spor dersinin yıl sonu puanları üzerinden bir değerlendirme yapılacak olsa Türkiye’nin sporda hem de her sahada şampiyonlar çıkaracak bir altyapısının ve eğitiminin olduğu düşünülür. Çünkü ülke genelinde ortalaması en yüksek olan ders Beden Eğitimi ve Spor dersidir. Oysa hakikatte durum hiç de böyle değildir. Birçok spor dalında şampiyonluk kazanmak, derece yapmak şöyle dursun, katılacak sporcu bulmakta zorlanıyoruz. Aynı durum müzik dersi için de söz konusudur. Benzer durum Astronomi, Sanat Tarihi, Din Kültürü gibi sözel dersler için de geçerli. Türkiye’de Astronomi dersinin not ortalamasına bakan birisi gençlerimizin fezadan inmediğini zanneder.
Ölçme ve değerlendirmede karşılaşılan bir diğer müşkil/sorun, okuldan okula ve öğretmenden öğretmene değişen not verme yöntemidir. Çoğunlukla özel okullarda göstermelik bir sınavla en yüksek notlar verilen öğrenciler sınavlarda avantaj elde ederken diğer tarafta işini ciddiye alan devlet okullarında, ortalamasını birkaç puan yükseltmek için öğrenciler gecelerini gündüzlerine katmaktadır. “Bu çok önemli bir sorun değil, yapılacak olan merkezi sınavlarda ak koyun kara koyun ortaya çıkar…” diyenlere kötü haberi vermek zorundayım: Asıl sorun zaten ak koyunların renk tonlarını tespit etmede yaşanıyor. Karaların tespitinde maharetimiz aşikâr!
Mesele uzun, lakin sütun kısa. Eğitimin içinde olan idaresinden öğretmenine, öğrencisinden velisine herkes bu meselenin farkında. Ve hemen hemen herkes de bu durumdan muzdarip. Peki sistemi kuranlar bu durumu tahmin etmemişler mi ve önlemlerini almamışlar mı? Bazı şüpheler haiz olsa da teorik olarak tahmin etmişlerdir ve tedbir almışlardır. “Şüphe”, sınav sisteminin “dershanelerin” merkezde olduğu bir dönemde dizayn edilmiş olması düşüncesinden kaynaklanıyor. Sistem, “herkes işini iyi yaparsa” tıkır tıkır işleyecek, kendi içinde tutarlı bir yapıda. Ancak her sistemde olduğu gibi bazı kişiler işini iyi yapmadığında sistemin işleyişi aksamaya başlıyor.
Sonuçta eğitim sahasında hemen hemen toplumun tamamını az ya da çok etkileyen bir adaletsizlik tezahür ediyor. Adaletin olmadığı bir yerde haksızlık (zulüm) vardır. İslâm dini zulmün küçüğünden büyüğüne her türlüsünü ortadan kaldırmak için indirilmiştir. Zulmü ortadan kaldırıp adaleti hakim kılma çaba ve uğraşının adı “cihad”dır. Bu cihetten bakınca söz konusu sorunun çözümü için içtihad etmek gerekir. Bu sadedde, biri zor diğeri kolay iki çözüm yolu ortaya çıkmaktadır. Meseleye gerçek manada bir çözüm getirecek birinci yol, ölçme ve değerlendirmenin sıkı bir denetimden geçirilmesidir. Bu da ancak öğretmenlerin almış oldukları formasyon eğitiminin gereğini yerine getirmeleri ve hakkaniyet duygusuyla hareket etmeleri sonucunda mümkün olabilir. Kolay ve kestirme olan yol ise okul puanlarının liseye ve üniversiteye yerleştirmede şimdikinin yarısı oranına düşürülmesidir. Bu durumda haksızlık ortadan kalkmış olmaz belki ama kısa vadede haksızlığın etkisi azaltılmış olur. Ancak bu yöntem de beraberinde başka sorunlar doğuracaktır.
İyisi mi biz küçük cihattan büyük cihada yönelip adaleti tam manasıyla tesis edelim ve birinci yola girelim. Aslında bir orta yol daha var ama onu da başka bir zaman ele alırız artık…