‘Suriye’ ismindeki devlet muhtemelen sonsuza kadar bitti. Bunun sebeplerinin başında, rejimin ‘öldürme dili’nden başka bir şey bilmemesi geliyor. Aynen bildiğiniz diğer askerî dikta rejimlerinde olduğu gibi. Öbür taraftan muhalefet cephesi de, gerek İslami gerekse diğer gruplar alabildiğine parçalı ve çeşitli. Bu yüzden ülkeyi yönetme kudretleri yok. Bırakın ülkeyi, içinde oldukları savaşı bile yönetemiyorlar. Çünkü birbirleriyle anlaşamıyorlar, birlik olamıyorlar. Zira devlet idaresi için gerekli gerçek kudretten yoksunlar.
Bu kargaşada sivil insanların geleceği adeta saatli bir bomba olmuş. Patlarsa hem kendileri hem de başkaları için büyük bir felakete yol açacak. Umutsuzluğa düşmekten kaynaklanan aşırılıkçı eğilimlerin giderek yaygınlaşması bu muhtemel tehlikenin bir belirtisidir. Bu olumsuz durumdan en çok etkilenecek olan da, savaş ortamında doğup yetişen ve önünde hiçbir ufuk bulamayan genç nesildir! Çünkü, doğal ve normal olmayan şartlarda ilk çocukluk dönemlerini geçiren bu nesil, eğitim başta olmak üzere en temel hak ve ihtiyaçlarından mahrum olarak yetişmektedir.
Suriye’deki çarpık durumlardan birisi de sûfî hareketlerin rejimin arkasında durmasıdır. Nitekim bunlar rejimin imtiyazlı grupları arasında yer almaktadır. Tasavvufi hareketlerin savaşta rejimin yanında yer almasının sebebi şudur:
Savaşın Vehhabi gruplarla kendileri arasında cereyan ettiğini düşünüyorlar. Suriye’deki İslamcı gruplar arasında da enteresan çelişkiler bulunmaktadır. Mevcut akımların büyük bir kısmı kendisini ‘Selefî’ olarak tanımlamaktadır. Ama bir araya gelip ittifak kuramıyorlar. Bir de garip hülyaları olan, ne günümüzle ne de gelecekle hiçbir uyum kabiliyeti bulunmayan Devlet Örgütü (DAİŞ/IŞİD) var!
Bu hengâmede en büyük hasarı hâlâ bedel ödemeye devam eden sivil halk görüyor. Ufkunu yitiren toplum önünde hiçbir umut ışığı göremiyor. İsrail, Esed rejiminin ayakta kalması için ısrarcı. Rusya, İran, Hizbullah ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin politikaları da pratikte bu amaca hizmet ediyor. Oysa, bazı İmarat adalarını işgal ettiği için BAE ile İran arasında ciddi bir anlaşmazlık var (ama, Esed rejimine birlikte destek çıkıyorlar). Marksist ya da ırkçı bazı Arap hareketleri yanında Esed rejimine destek veren birçok Arap devleti de mevcut.
Dünyanın bir başka yerinde bu denli çelişkiler yumağı haline gelen başka bir çatışma bölgesi var mıdır?…
Özetle, Suriye; farklı çıkarların oyun alanıdır ve halkın büyük bedeller ödediği bir değirmendir. Günümüzde devletler ‘sokak çocukları’ olgusunun büyümesinden kaygı duymaktadır. Peki, ‘savaş çocukları’ olgusu karşısında biz ne yapalım? Zira, bölgemizin tarihinde ortaya çıkmış en çetrefil olgudur bu. Suriye’deki savaş ne Afganistan’dakine ne de Afrika’dakine benzer. Zira Suriye Ortadoğu’nun kalbidir. Dolayısıyla burada yaşanacak bir felaket tüm dünya için atom bombası etkisi doğuracaktır. Cerablus ile Afrin arasında oluşturulacak bir ‘Güvenli Kentler Kuşağı’, milyonlarca mülteci için yeniden hayata dönme ve istikrar imkânı sunacaktır. Bu kuşak, Suriye’nin yeniden yapılandırılması için de pilot bölge işlevi görecektir.
Çünkü bu şeritte yer alan yerleşim yerleri Suriye’nin hemen tüm etnik ve diğer gruplarını barındırmaktadır. Dolayısıyla burada uluslararası gözetim altında oluşturulacak bir güvenlik kuşağı toplumun yeniden entegre edilmesini de sağlayacaktır. Bu güvenli bölge savaşan tüm gruplardan temizlenmeli, silahlı 2 gruplardan arındırılmalı, bu şeritte içlerine kaosun sızmasına engel olabilecek medeni bir toplum yeniden inşa edilmelidir.
Artık kamp ve çadır kurmayı durdurup bu güvenli toprak parçasında yeni bir hayat inşa etmenin yollarını düşünmeliyiz. Kendilerini koruyabilmeleri için, tüm yerleşim yerlerinden sivillerin bu güvenli bölgeye gelebilmesi sağlanmalıdır. Özellikle, gelecekte sadece savaş malzemelerinden birisi olmak istemeyen Rakka halkı için bu çok görülmemelidir.
Böyle bir ‘güvenli kentler kuşağı’ tüm bölge halkları için elzemdir.
Çeviri: Fethi Güngör