Suriye’de olmak seçim değil zorunluluktur

Abone Ol

Türkiye, sınır ötesindeki mücadelesine kararlılıkla devam ediyor. İdlib operasyonu kapsamında 28 Şubat’ta başlatılan harekâtın adı kondu; Bahar Kalkanı Harekatı. Harekâtın ismi, önceki operasyonlarda olduğu gibi saldırgan bir imaj çizmiyor, barış ve savunma mesajı veriyor.

27 Şubat’ta askerimize yönelik gerçekleştirilen saldırıya yanıtımız sert oldu ve şehitlerimizin kanı yerde kalmadı. Dün öğle saatleri itibariyle bilanço şöyle; 2212 rejim askeri etkisiz hale getirildi, 103 tank ve 8 helikopter imha edildi.

OYUNBOZAN ROLÜYLE SİHA’LAR

28 Şubat gecesi, İdlib’te yaptığımız operasyon dünya savaş tarihine geçmiştir. O gece, hava sahasının kapalı olması nedeniyle hava operasyonunu SİHA’lar üzerinden yaptık. Sürü halinde gönderdiğimiz SİHA’lar, düşman hedeflerini çok başarılı şekilde etkisizleştirdi. Mesela; SİHAmız toplantı halinde olan Rejim generallerinden üçünü öldürdü. Bununla birlikte yine çarpıcı bir örnek; çalışır vaziyetteki hava savunma sisteminin aracını hedef aldı ve etkisizleştirdi. Hedef aldığı Rejim askerinin sayısı zaten ortada.

SİHA’lar yerli yazılımı ve Milli aklıyla, terörle mücadelede sınıf atlatmıştır.

Bu başarıyı hazmedemeyenler olmuştu, hatırlatalım. CHP’li Sezgin Tanrıkulu, 2017’de SİHA’ları sivil insanları öldüren bir araç olarak tanımlamıştı ve buna CHP’den bir itiraz gelmemişti.

NEDEN İDLİB’TEYİZ?

Bu soruyu soran kesimler aynı soruyu, Fırat Kalkanı’nda DAEŞ ile Zeytindalı ve Barış Pınarı’nda PKK ile mücadele ederken de sordular.

Onlara göre, Türkiye içine kapanmalı ve Suriye’de olup bitene bigâne kalmalıydı. Art niyet aramadan, bilmediklerini varsayarak bir kere daha ifade edelim.

Türkiye bugün Suriye’de milli mücadelesini vermeseydi, yarın Diyarbakır’da, Gaziantep’te vermek durumunda kalırdı. Bu iş Suriye’de kalmayacaktı. Basına verilen mülakatlarda, yazılan kitaplarda görüyoruz ki; küresel derin güçlerin nihai hedefi Anadolu. Anadolu’nun, İstanbul’un müdafaası için Suriye’de olmak zorundayız. Bu bir seçim değil, bu bir zorunluluk!

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu büyük tehlikeyi gördü ve ülkemizin onurunu, geleceğini korumak için ciddi bir aksiyon ortaya koydu. Erdoğan’ın ortaya koyduğu cesaret, kararlılık, proaktif diplomasi ve askeri yönlendirebilen kabiliyeti tarihe geçmiştir.

Yaşananlar tarihin kırılma sürecinde çok kritik öneme haizdir. Tüm bunlar şanlı tarihimize yazılacaktır.

TARİHİNE DÜŞMAN KÖKSÜZLERLE MESELEMİZ VAR

Türkiye büyük bir mücadelenin içindeyken, yekvücut olamadıklarımız var. Biz, Millet olarak güçlü bir birlik ruhuna sahibiz. Fakat toplumsal sapma diyebileceğimiz bir oranda hainimiz, ajanımız, provokatörümüz ve işbirlikçimiz de yok değil.

Bunlara örnek mi arıyorsunuz? Mesela, 2012’de “Suriye’ye savaş açsak banko Esad’ın yanında yer alırım” diye tivit atan CHP’li Serra Kadıgil.

Bu örneğe eklememiz gereken mezhepçi, Esedci, şebbihacı, PKK’cı, FETÖ’cü pek çok sözde/resmiyette vatandaşımızı da unutmayalım!

Bunlarla işimiz bitmedi, bitmeyecek. Âgah olmaya devam…

GİTMEYE GÖNÜLLÜ OLAN MÜLTECİLERE KAPILAR AÇILDI

Dün mülteciler üzerinden hükümete etmedik hakareti bırakmayan faşist tipler, bugün mülteciler için ağlamaya başlamış. Dün seçim kampanyası yaparken, “tüm Suriyelileri geri göndereceğim (Suriye’ye-yani ateşin içine)” diyen kitle bu!

Bu şizofren, ilkesiz, tutarsız kitleye söyleyecek söz yok.

Türkiye, AB ülkelerine bir mesaj veriyor; “artık Avrupa’ya gitmek isteyeni tutmayacağım” diyor. Bence gayet yerinde bir hamle.

Dikkat! Türkiye mültecileri sürmüyor, sürgüne göndermiyor. Gönüllü gitmek isteyene sadece “buyur” diyor.

Kalmak isteyen kardeşimizdir, diyecek söz yok.