Suriye meselemiz ve Aliya’nın pişmanlığı

Abone Ol

9 Kasım 2013 Cumartesi günü Star gazetesinde neşredilmiş olan aşağıdaki yazıyı bugün hiç değiştirmeden tekrar neşredebiliyoruz maalesef.

Ettekraru ahsen velevkane yüzseksen:

Washington, bütün sarıklı-sakallı mücahitlere yekten Kaideci damgası vuruyor ve müttefiklerinden de aynı şeyi yapmalarını bekliyor.

Ahraruşşam gibi mutedil İslami gruplara yardım bile kesinlikle yasak!

Ankara, Kaideci damgası yememek için bu yasağa uyuyor maalesef.

Muhakkak ki memlekete bir zarar gelmesin diye yapıyor bunu; ama yanlış yapıyor.

Batı’nın MUHTEMEL yaptırımlarının MUHTEMEL zararları niçin Suriye Devrimi’nin tökezlemesiyle uğradığımız ve uğrayacağımız KESİN zararlardan daha ürkütücü olsun ki?

Suriye Devrimi’nin öncü güçleri olan Ahraruşşam ve benzerlerinden fellik fellik kaçmanın makul bir izahı yoktur ve olamaz.

Adıyla sanıyla “cihadî” gruplar bir yana; Ankara’nın resmen ve alenen desteklediği Hür Suriye Ordusu’nun hakkıyla silahlandırılması yönünde de bir irade mevcut değil.

Silah depolarımızı ardına kadar Hür Ordu’ya açma fikrinden de fellik fellik kaçıyor Ankara.

Peki ne olacak şimdi?

Suudi Arabistan silah yardımını kesti, Katar’ın gönderdiği silahlar yetersiz…

Suriyeli Devrimci ve Muhalif Güçler Koalisyonu kifayetsiz…

Uluslararası camia Suriye halkının dramına ilgisiz…

Bunlardan medet uman ve hayal kırıklığına uğrayan Ankara, şimdi tam olarak nasıl bir yol haritası takip etmeyi düşünüyor?

Suriye’de bir zafer perspektifi var mı? Kaldı mı?

“Fundamentalist damgası yemeyelim, Batı’yı karşımıza almayalım” diyerek Suriye Devrimi’nin silah ihtiyacını karşılamaktan geri durmak, perspektifsizliği kabul etmektir.

***

Batı’nın işi ipe un sermek, Suriye Devrimi’ni yokuşa sürmek, Arap âleminde yükselen hürriyet ve adalet furyasının önüne geçmek, Mısır’da askeri darbe marifetiyle -şimdilik- başardığını Suriye’de devrimcileri El-Kaide yaftası ile gözden düşürerek başarmak ve böylece Arap âlemindeki devrim fırtınasını dindirmek, işbirlikçi veya en azından ‘statükocu’ rejimleri ihya etmek, Türkiye’nin ‘Yeni Osmanlı’ siyasetini de boşa çıkarmak…

Devrimlerle gelen İslamcı yönetimleri ‘rakip firma’ gibi gören ve devrimlerin hâmîsi konumundaki Türkiye’nin burnunun sürtülmesini ihtiras derecesinde arzu eden İran yönetimi (Hamaney rejimi) bu işte Batı ile beraber…

Onları anlayabiliriz.

Anlaşılmaz olan, Türkiye’nin kendisinin bile Türkiye’yi sbote etme çabasına ortak olması.

***

1992-95 yıllarındaki savaşın son demlerinde Banyaluka kapılarına dayanan Bosna-Hersek Ordusu tam şehre girmeye hazırlanırken ABD’nin tehdidi üzerine harekâtı durduran Aliya İzzetbegoviç, yıllar sonra bir arkadaşına şu itirafta bulunmuş (bizzat o arkadaşından dinledim):

‘Banyaluka’yı almamakla hata ettik. Alsaydık, barış görüşmelerinde elimiz çok güçlü olacaktı. Kurulan yeni düzendeki konumumuz şimdikinden çok daha iyi olacaktı. ‘Savaş uzar, mahvolursunuz, biz de mahvınıza seyirci kalırız’ diyen ABD bunu çok iyi biliyordu. Savaşın uzamayacağını, tam tersine barış sürecinin hızlanacağını da biliyordu. Blöf yaptı, biz de yedik.’

Ankara’nın bir gün şöyle demek durumunda kalmasından endişe ediyorum:

‘Suriye Devrimi zafere çok yakındı ve Esed rejimine nihai darbeyi indirmek için gözümüzün içine bakıyordu. Batı’nın tepkisinden çekindiğimiz için silah depolarımızı Suriye Devrimi’ne açmaktan geri durduk. Şimdi geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, o ölüm kalım anında Ahraruşşam ve benzerlerini varımızla-yoğumuzla destekleyip rejimin çabucak yıkılmasını sağlama yoluna gitmeliydik. Batı yeni duruma ister istemez ayak uydurur, süreçte savurduğu gizli-açık tehditleri unutur giderdi. Bu tehditlerin gerçekten tehdit olup olmadığı da şüpheliydi zaten. Blöfü yedik, hata ettik.’