Hatırlayalım..
2011 Baharı’nda, herbirisi, çeyrek yüzyıldan az olmayan diktatörlük rejimleriyle yönetilen Tunus, Mısır, Yemen, Libya gibi bazı arab rejimleri karşısında arka arkaya meydana gelen ‘halk patlamaları’ Suriye’ye de ulaşınca..
Bu buhranın da bu kadar uzun süreli olacağı tahmin edilemezdi, haliyle..
*
Sonunda devreye yığınla devletler girdi..
Amerika ve onun yapışık kardeşi İsrail rejimi, Fransa, İngiltere, Almanya ve diğer NATO ülkeleri; ayrıca, Türkiye, İran, Irak, Ürdün, Mısır, Suûdî rejimi gibi bölge ülkeleri, ve.. Suriye’yi Ortadoğu’da kendi manyetik çekim alanında kalan son kale olarak gören ve yıllardır, sessizce ve uyuyor gibi pusuda bekleyen Rusya.. (Ki, 40-50 yıl öncelerde, Yemen, Irak, Mısır, Cezayir, Libya gibi ülkeler de Rusya şemsiyesinin altındaydı.)
Ama, özellikle Ukrayna Buhranı’nın yükseldiği günlerde, Rusya lideri Putin, resmen, ‘Suriye’den dolayı savaşmayız..’ diye bir açıklama yapmıştı. O açıklamayla aşağı yukarı aynı zaman diliminde Amerikan Başkanı Obama da ‘Ukrayna’dan dolayı savaşmıyacağız.. Bunu Ukrayna halkı da anlayışla karşılayacaktır..’ diyordu.
*
Suriye Baas rejimi, Suriye’de hele de son 4 yıl boyunca 350 binden fazla ölümüne ve milyonların perişan vaziyette, yerlerinden yurtlarından kaçmasına ve hemen bütün şehirlerin, yerleşim birimlerinin ağır bombardımanlar altında viraneye dönmesine müncer olan karışıklıkları önlemeyemiş olması hasebiyle, yarım asrı geçen kanlı diktatörlüğünün sonuna gelmiş olmasına ve yöneticilik yetkisini kaybetmiş olmasına rağmen, ’uluslararası hukuk’ gereğince hâlâ da, Suriye devletinin başkanı konumunda bulunan Beşşar Esed’in Rusya’ya gitmesiyle yeni bir boyut kazandı bu buhran..
Hele de, Beşşar’ın orada, Putin’e açıkça, ‘Rusya olmasaydı, biz bitmiştik..’ ifadesi konuyu daha bir hassas noktaya getirmiştir.
Bu noktada, kesin olarak Suriye Buhranı’nın en ve ilk büyük kaybedeninin, Beşşar Esed ve Baas rejimi olduğu açıktır..
*
Ama, Baas çevreleri, ‘İsterse, birkaç milyon kalalım.. Ülkeyi ancak bir küllük halinde bırakabiliriz.. Ölen ve ülkeden kaçan kitleler mi? Hâfız Esed 1970’de iktidara geldiğinde 7-8 milyonduk.. 23-24 milyona ulaştık.. Şimdi de, yeniden 7 milyon kalsak, tekrar eski gücümüze kavuşuruz..’ demektedirler.
Çünkü, Beşşar’ı ve Suriye Baas rejimini dört yılı aşkın zamandır vargüçleriyle ayakta tutan İran ve onun emrindeki Lübnan Hizbull.. örgütünün güçleri, ‘Biz olmasak, Beşşar iki saatte giderdi..’ diyorlardı.
Şimdi ise, Beşşar’ın Putin’e söyledikleri, İran ve Hizbull… örgütünün o iddialarının ve güç gösterilerinin geçersiz olduğunu ortaya koymakta.. Halbuki, daha geçen hafta, İran dışsiyasetinin etkili isimlerinden eski dışişleri bakanı ve İnkılab Rehberi’nin dışsiyasetteki baş danışmanı Ali Ekber Velayetî, gaayet net olarak, ‘Beşşar’ın, kendilerinin kırmızı çizgisi olduğunu’, belirtmişti..
*
Bu sözlerin dolaylı açıklaması budur ki, İran ve Hizbull.. güçleri, Suriye’de başarız kalmışlardır ve Rusya bunun için devreye girmiştir ve Beşşar da bunun için, ‘Siz olmasaydınız bitmiştik..’ demiştir.
Yani, Suriye Buhranı’nın halihazırdaki durumu itibariyle ikinci kaybedeni, İran ve Lübnan Hizbull.. örgütü olmuştur.
Her ne kadar, İran ve Hizbull… örgütü, Beşşar’ın Putin karşısındaki bu minnettarlık ifadelerinin ne mânâya geldiğini biliyorlarsa da, bu sözü şimdilik duymazlıktan gelmişe benziyorlar. Halbuki, ne büyük iddialarla onbinlerce Hizbull… güçlerini Suriye’ye ne büyük iddia ve gururlarla sürmüşlerdi ve İran’lı yüzlerce, binlerce askerlerini de askerî danışman adı altında, binlerce milis güçlerini de bazı türbelerin korunması adına ‘besicî’ denilen halk gönüllüleri olarak devreye sokmuşlardı. Gerek Hizbull… güçlerinden binlercesi, gerekse, İran’lı kumandan, asker, pasdar veya halk gönüllülerinden binlercesi de hayatını resmen kaybetmiş olsa da..
*
Suriye ile ilgili siyasetinde en azından, şimdiki durumda yenilgiye uğrayan üçüncü bir taraf da, Amerika -İsrail ve müttefikleri ve bütünüyle NATO dünyasıdır..
Çünkü, aylardır, ve Beşşar Esed’in de tam bir desteğine ve ağır bombardımanlara rağmen, Suriye’deki muhalif güçler geriletilmek bir yana, bir de daha bir ilerlemişler ve neredeyse Beşşar’ın Putin’le görüşmesinde açıkça belirttiği üzere, ‘Rusya devreye girmemiş olsaydı, ülkenin çok büyük bir kısmını daha ele geçirmek üzereydiler..’
Pekiy, böylesine ağır bombardımanlara rağmen, Amerika niye başarılı olamamıştır da, Rusya kısa sürede sanki daha etkili gibi bir duruma gelmiş bulunmaktadır?
Bu durum, Rusya’nın, Suriye’deki durumu Tartus Limanı’ndaki üssünden yıllardan beri, yakından takib ettiği gibi, muhalif güçlerin yerlerinin koordinatlarını Rusya’ya, Suriye rejiminden ayrı olarak, İran ve Hizbull.. güçlerinin ve son olaraka da Irak’ın istihbarat elemanlarının daha sağlıklı olarak vermiş olmasıyla izah edilmektedir.
*
Ancak, Rusya’nın gövde ve güç gösterisi ve Suriye’de inisiyatifi ele geçirdiği gibi bir görüntü, sonuna kadara sürdürülebilir mi? Dünya liderliği ve jandarmalığı konusunda rakib kabul etmez havasındaki Amerikan emperyalizmi bu duruma seyirci kalacak mıdır?
Hele, Putin’in 22 Ekim günü, Karadeniz kıyısındaki Suçi’de yaptığı konuşmadan sonra, Amerikan emperyalizminin, bölgede inisiyatifi kaybetmemek ve psikolojik üstünlüğü yeniden ele almak için yeni planları devreye sokması, uzak bir ihtimal değildir.
Putin, sözkonusu konuşmasında, ’Suriye’de teröristlere karşı savaşmak lâzım. 50 yıl önce Leningrad (St. Petersburg) sokakları bana şu kavga kuralını öğretti: Eğer kavga kaçınılmazsa, bu durumda ilk yumruğu sen atacaksın.. ..Suriye’de çıkarlarımızı koruyan askerlerimizin hepsi kahraman. Onlar kendi hayat ve sağlıklarını riske atıyorlar. Onlar bu mesleği gönüllü tercih ettiler. Ben onlarla gurur duyuyorum…’ diyordu.
Açıktır ki, Putin, lafını gizlemiyor ve Suriye’de terörizmle mücadele adına, gerçekte, kendi çıkarlarını korumayı hedefliyordu.. Bunun da, Amerikan emperyalizminin çıkarlarıyla zıdlaşmıyacak şekilde düzenlenmesine de azamî dikkati de gösteriyordu. Ama, bir sene sonra yapılacak olan Amerikan başkanlık seçimlerinin favorilerinden sayılan eski Amerikan Dışbakanı Hillary Clinton, net olarak, daha dün, Amerikan’ın dünya liderliğinin tartışılır hale getirilmesine fırsat verilmemesi gerektiğini hatırlatıyor ve Suriye konusunda, Obama’nın atamadığı ve kendisinin de Dışbakanlığı sırasında gerekli görmediği ve Türkiye tarafından açıklanan ‘tampon bölge oluşturulması, ve uçuşa yasak bölgeler ilan edilmesi’ gibi düşünceleri anlamaya başladığını yeni yeni gösteriyordu..
Cumhuriyetçi’lerin adayları ise, zâten, daha bir temkinsiz ve bodoslamadan devreye girmeyi düşünen Bush’varî politikaları takib edeceklerini açıklayan kimseler..
Amma, bu noktada..Amerika’nın yeni bir planı devreye sokmaya hazırlandığının ipuçları da ortaya çıkmaya başladı. Katar yetkililerinin, ‘Gerekirse, Suûdlu ve Türkiyeli kardeşlerimizle, Suriye halkını korumak için Suriye’ye asker göndeririz..’ gibi bir laf etmesi, öyle sıradan bir laf değil.. Çünkü, böyle bir sözü, askerî bakımdan ‘sıfır güç’ sayılması gereken bir petro-dolar şeyhliğinin sözkonusu etmesi hiç de kendiliğinden olmasa gerek..
Çünkü, Katar ve Suûdî rejimlerinin Amerika’nın izni ve emri olmadan bölgede adım atmaları mümkün olmayışı bir yana; Türkiye’nin de, NATO üyesi olması hasebiyle, NATO izni olmadan ordularını başka bir ülkeye sokması imkansızdır.
Ayrıca, hele de Suriye Buhranı’nın ilk iki yılında, NATO’nun o kadar teşvik ve tahrikine rağmen, Türkiye’nin Suriye Buhranı’na askerî olarak girmemek için, NATO’nun isteklerine direnmesinden sonra, şimdi Amerikan planı ve eveti olmadan, böyle bir müdahaleye evet demesi herhalde imkansız gözükmektedir.
Gerçi Türkiye, Suriye’de, kendisi dışındaki -İran başta olmak üzere-, hemen bütün bölge ülkelerinin askerî olarak cirit atmasından rahatsızdı, ama, bu bataklığa girmemek için direnmişti; bundan sonra da direnmelidir, herhalde.. Ne var ki, Osmanlı’nın, Birinci Dünya Savaşı’na bir emr-i vâkı’ ile , zorla sürüklenişindeki gibi bir takım manipulasyonlar da devreye girmez mi? O da ayrı mesele..
Ama, şu kadırını belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin, şu ana kadar, üstelik de 900 km.’lik bir sınıra rağmen, Suriye Buhranı’na askerî olarak bulaşmamış olması, bir başarıdır. Oradaki bir takım istihbarat veya dolaylı yardımları ise, bu kadar karmaşık bir mes’eleden tamamen uzak duramıyacağının tabiî neticesi idi.. Esasen, bütün herkesin elinin içinde olduğu bir böyle bir karmaşık ortamda, Türkiye’nin bu konuya tamamen ilgiliz kalması da esasen eleştirilecek bir ayrı konu olurdu..
Ama, Amerika, bölgeli ülkelerini ileri sürerek, onları, Rusya ve İran güçleriyle karşı karşıya getirir ve sonra da kendi istediği gibi bir başka çözüm dayatabilir mi veya bir dünya savaşına müncer olabilecek gelişmeler de ortaya çıkar mı?
Bunların hepsi birer ihtimaldir.. O çılgınlığın kapısı bir kez açıldı mı, sonucu ne ve nasıl olur, onu kimse kestiremez..
Allah korusun.. *