Sessiz olur sur dipleri, sessiz. Herhangi bir alt geçitteki vasıtaların birbirine karışan yol gürültüsü sur taşlarını aşamaz. Yorgun duvarlardan mimari yaşlılığın olgunluğu yayılır adeta. Sessizlik ve huzur yükselir. Kaygısız bir bekleyiştir onlarınki… Uzun yıllar görevini yapmış olmanın, zamanı gelince de görkemli şekilde yıkılmanın getirdiği bir ‘kemal’ taşır sanki surlar.
Suskunluğu birçok yerinden bıçaklayan bir klakson, motosikletin egzoz gürültüsü, bir ambulans sireni, hantal bir otobüsün körüklerinin yankısı veya damperli bir kamyon kasasından çıkan patırtılar, bir konteyner çeken treyler gürültüsü birbirine karışıp altgeçitte uğultu olurken; sur duvarlarına çarpıp geri döner bütün sesler…
Sur dibindeki mahalleliler biliyor; tıpkı gelişmiş ülkelerdeki otobanların gürültüsü evlere ulaşmasın diye yol kenarlarına yerleştirilen paneller gibi, asırlık taşlar da ‘ses yalıtımı’ vazifesi görüyor adeta.
* * *
Sulukule’deki Romanlar, sur taşlarındaki sessizliğe tezat bir neşe içinde yaşıyorlardı sokaklara taşan müzikleriyle… Çingene ezgileri, darbuka, zurna ve davul nameleri her akşamüstü, sur duvarlarında yankılanıyordu.
Kimse taşların sesine kulak asmıyor. Belki duyarlı birileri dinlerse eğer, asırlar önceki muhasaraları yine duyabilir, hissedebilir.
İroninin en büyüğü şu ki; bir ufak çocuk her şeyi güçleştiren terliklerine rağmen; seçtiği aralıklara basarak surların tepesine tırmanırken; çocuk yaşta büyük fetih için ‘havan topu’ geliştirmek zorunda kalan Fatih Sultan Mehmed Han’ın dehasına nazire yapıyor!
* * *
Bir taş kovuğundan yuva yapmış kuş çıkıyor. Sur diplerindeki sessizliği, serçe cıvıltıları dağıtıyor. İsimsiz binlerce kahraman sur önlerinde canlarını vermişken; bugün onlardan habersiz olan insanlar, artık günlük eğlence içinde yaşıyor, sıradan koşuşturma, dertsiz konuşma içinde buradan geçiyor.
Taşların oyuğundan kendisini gösteren bir kedi, peşi sıra çıkan birkaç yavrusuyla köpeği ürkütüyor. Bu çağ, tüm doğruları birbirine karıştırmış olarak yaşanıyor. Sesi çok çıkanların değer gördüğü, aklı başında makul insanların kenarda kaldığı bir dünya düzeni içinde kediler de köpekleri sindirebiliyor.
* * *
Dertlilerin mekânı olan sur boyunca, neredeyse 600 yıl önceki savaştan kalmış hissi veren “is” görüntüsü, bu insanların kabarmış bağırlarında yaktıkları ateşin izlerini taşıyor sanki.
Kim bilir anlatılmayan, bastırılmış nice acılar, ayrılıklar, kayıplar, hayal kırıklıkları ve sırlara şahitlik ediyor surlar…
Taş, aynı taş… Surların taşları, yüzyıllardır olduğu gibi… Ancak akşam güneşi vurduğunda kederli, sabah güneşi yansıdığında ‘umutlu’ görünüyor.
Sonuçta değişen zaman değil, insan oluyor, düşünceleri ve bakışlarıyla…
Taşlar hep yerinde duruyor.
Bazen Bizans İmparatoru’nun güvenlik duvarı, bazen II. Mehmed Han’ın dağıtmakla gururlandığı bir harabe, bazen Çingenelerin yaslandığı dayanak, bazen kuşların yuva yaptığı ev, bazen kedilerin sığındığı köşe, bazen hüzünlü insanların sofrası…
Ama çokça ıssızlık hâkim… Sur duvarları sessiz oluyor.