Suni tatlandırıcıların heyecanlı hikayesi… Nerede kalmıştık?…

Abone Ol

Belki bazı okuyucularımız suni tatlandırıcılar hakkındaki dizi yazılarımızın hala devam ettiğini görünce “Bu kadar yazılacak ne var?” diye düşünebilir. Ancak isterseniz bunun cevabını, yazıyı okuyarak bizzat kendiniz verin.

Baştan da belirttiğimiz gibi tamamen tesadüf eseri keşfedilmiş ve yine tamamen ticari amaçlarla (kesinlikle sağlıkla ilgisi olmaksızın) hayatımıza birtakım algı yöntemleri kullanılarak yerleştirilmiş olan suni tatlandırıcılar, birer toksik kimyasal madde olarak insan vücudu üzerinde ciddi zararlı etkilere sahiptir. Önceki yazılarda biraz buna değinmiştik, ancak bugün bu toksik ve zararlı etkilerden biraz daha detaylı bahsetmek niyetindeyiz.

Sakkarinden başlayacak olursak, önceleri zararsız olduğu belirtilen bu suni tatlandırıcının daha sonraları yapılan çalışmalarda, hem mesane hücrelerini kanser oluşumu yönünde bozduğu ve hem de karaciğer hasarına yol açtığı tespit edilmiştir.

Aspartam FDA tarafından 1981’de kullanımı onaylandığından beri, tüm dünya ülkelerinde milyonlarca kişi tarafından 6 binden fazla üründe kullanılmaktadır. Aspartamın yapısında bulunan Fenilalanin maddesi, Fenilketonüri hastalığı olanlar için ciddi tehlike oluşturmaktadır. Fenilalanin bir amino asit olarak normalde proteinlerin yapısında bulunur. Fakat Fenilketonüri hastalığı olan kişilerde, bu maddenin (fenilalanin) vücutta işlemden geçmesini sağlayan bir enzim olan Fenilalanin hidroksilaz enzimi ya yetersiz düzeydedir veya bu enzim yoktur. Dolayısıyla bu şartlarda, vücutta fenilalanin maddesi birikir. Fenilalanin birikimi, beyin fonksiyonlarını ciddi derecede bozan etkiler gösterir. Şiddetli baş ağrısı, baş dönmesi, ani felç, bilinç bulanıklığı gibi ciddi birçok şikayete yol açar.

Hatta sadece beyin fonksiyonlarını bozmakla kalmaz, bu toksik madde birikim etkisiyle sinir hücrelerinin ölümüne yol açar.

Sindirim sisteminde işlemden geçen aspartam, bağırsaklarda fenilalanin, aspartat ve metanole dönüştürülür ve emilerek kana geçer. Sonra bu maddelerin her biri ayrı ayrı tekrar işlemden geçirilir. Bu üç maddenin vücutta emilim ve birikimi birbirinden farklıdır. Örnek vermek gerekirse, kişi aspartam içeren bir meyve suyu içtiğinde, kanında aspartat düzeyi çok yükselmezken, fenilalanin maddesi bir saat içinde en az iki kat yükselir ve bunun normal kan değerine dönmesi için en az 4 saat geçmesi gerekir. Metanol ise karaciğerde işlemden geçerek formaldehit ve formik asite dönüşür. Bunların da yine vücuda oldukça zararlı etkileri olduğu araştırmalarda gösterilmiştir.

Yapılan bir çalışmada, aspartam içeren sakız çiğneyenlerde ciddi migren ağrılarının ortaya çıktığı ve bu kişilerin sakız çiğnemeyi bıraktıklarında migren ağrılarının ortadan kalkmaya başladığı gösterilmiştir.

Hiç düşündünüz mü, niçin aspartam içeren meyve suları ve gazlı içeceklerde “soğuk içiniz” yazar? Elbette siz tüketiciler daha fazla serinlesin diye değil! Bakın işte asıl sebep… Oda ısısında asitli içeceğin içindeki aspartamın bozulması ve başka maddelere dönüşmesi daha kolaydır. İçeceğin raf ömrünü azaltır, ayrıca tadı da değişir. Soğuk ortamda ise aspartamın kalıcılığı daha uzun sürelidir ve tadında bir değişiklik olmaz. İşte bu sebeple bu “asitli ve aspartamlı içecekleri soğuk içiniz” diye uyarılırsınız. Hatta bazen bu çeşit meyve sularına raf ömrünü daha da uzatmak için aspartamla sakkarin karıştırılarak katılır. Kısaca ifade etmek gerekirse, “raf ömrünü uzatmak, ama içenlerin ömrünü kısaltmak” için mutlaka soğuk içilmesi gerekir.

Şu önemli noktayı da belirterek yazımızı bitirelim. FDA tarafından bu tür gıda katkı maddeleri için “kullanılmasında sakınca olmayan” bir doz miktarı belirlenir. Ancak bu belirtilen doz, aslına bakarsanız sadece bir sayı belirtmek için söylenir. Niçin mi? Çünkü FDA örneğin aspartamı 6 binden fazla ürün içinde kullanılmasına izin verir. Ancak bir meyve suyu içtiniz, bir hazır tatlı yediniz, bir hazır çorba, bir fast-food, biraz da sakız çiğneyelim, bir de dondurma yiyelim derken FDA’nın zararsız diye önerdiği dozu kat kat aştınız. Bunların hepsi bilimsel olarak araştırmalarda gösterilmiştir.

Yani söylemek istediğimiz kısaca şudur ki, gelin kendimizi daha fazla kandırmayalım da, hayatımızı “tadından yenmeyecek” hale getiren bu suni zehirleri kullanmaktan şu an itibariyle vazgeçelim. Tabii hikaye burada bitmedi, devamı haftaya inşallah…

Yazarın web adresi: www.emineakin.com