Şükür ki dua var

Abone Ol

Zor zamanları yaşıyoruz kâri, zor zamanlardan geçiyoruz. Kimin kim olduğunu, kimin kime benzediğini anlamak büyük feraset. Feraset de güzel kelime ama. Anlamak, hissetmek manasına geldiğini söylüyor lügatler ama daha fazla bir anlamı var. En azından bir ruhu, bir kafiyesi var gibi. İşte büyük zanaat bizim bu vaktimizde insanı tanıyabilme feraseti. “At izi it izine karışıyor” dendiğini biliyorsun zaten. Lakin ahval daha çetin, yüz yüze karışmış, söz söze karışmış. Her şey birbirine karışmış ve bu düğümü çözecek bir çengel de yok elimizde.

“İyi ki tanımışım” insanlar var etrafımda hem de çokça var. Ama “keşke tanımasaydım” dediklerimin sayısı da az değil. Bazılarını tanıdığım için sevdim, doğru. Lakin bazıları tanımadan daha sevimliydi ve keşke öyle kalsaydılar. İnsanı tanımak bir problemi çözmeye benzemiyor, bir formülü yok. Hep aynı çıkmıyor aynı hesabın sonu. Hep başka herkes başka ve başkalaşıyor. İzmir’in havası gibi; güven olmuyor. Güneşten korunmak için elini yüzüne siper edecekken yağmurdan sığınacak yer arıyorsun. Onun gibi. Tam değil belki ama benziyor.

Bugün, sevdiğim bir abim yine o aynı, sana hep bahsettiğim kıraathanede ve tahta iskemlesinde otururken “Adam dediğin şöyle dümdüz, budaksız dal gibi olacak. Söylediğine benzeyecek, benzediğini söyleyecek” dedi tarazlanmış sesiyle. (Bu kelimeyi bu bugün öğrendim; tarazlanmak… Ki ben sözlük okumuş olmaklığımla övünür de dururdum. Ama nasıl mutluyum yeni bir kelime öğrenmiş olmaktan, anlatsam anlatamam.) Doğru söylüyordu ama bir sebebi de olmalıydı bu cümleyi kurmasının. Zaten öyle olur olmaz yere söz söyleyecek adam değildi. “Neden?” diye soramadım. Ama aklımca ve kendimce bir şeyler de düşündüm elbette. Yazmayacağım, sen de düşün.

Şükretmeyi biliyorum. Ama şükredebiliyor muyum, onu bilmiyorum işte. Ne kadarına ve ne kadarı için ve ne kadar olacağını kestiremiyorum. İnsan olmanın eksik olmak, noksan olmak manasına geldiğini anladığım zamandan beri kendimi tamamlamaya gayret ediyorum ama her öğrendiğim şey daha da eksik olduğumu öğretiyor bana. Nasıl budaksız bir dal gibi olunur işte onu anlayamıyorum. Zira kendi hatalarımı, kendi kusurlarımı ve kendi budaklarımı en iyi ben biliyorum. Bildiğim için saklayamıyor ve saklanamıyorum.

Şimdi çayımı yudumlayıp da yazmaya çalışırken içimdekileri her şey hafifleyecek sanıyorum. Ama hayır. Çay ağır, yazmak ağır, sanmak ağır ve ağır her şey. Yaşamak yüktür ruhumun üzerine vurulmuş. Ağır geliyor. Kendimi anlamazken, tanımazken hakkıyla başkasını anlamaya ve tanımaya çalışmak cüretini nereden bulduğumu düşünüyor ve hayret ediyorum.

Kendi yüküm yeter bana. Başkasını anlamak yükünü yükleyemem ki… Bu terazi çekmez bu sıkleti…

Şükür ki dua var, omzumdaki yükü hafifleten…

Duanın makbulü başkası için edilendir, biliyorsun kâri. Onu istiyorum senden. Yükü ağır olan kardeşlerin için, Mescid-i Aksa’da nöbet bekleyenler için, geceleri ümmetin derdiyle dertlenenler, pencerede oğlunun yolunu gözleyenler için… Bizim için…