Sudan’da 15 Nisan 2023’te ordu güçleri ile paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında yaşanan çatışmalar, 100 günü aşkın bir süredir devam ediyor. Çatışmaların görünür sebebi, ordunun ana gövdesini yıllardır iç savaşın yaşandığı Darfurlu Cancavid kabilesinin oluşturduğu HDK’yı kendisine entegre ederek HDK ve savaş baronu lideri Hamideti lakaplı Muhammed Hamdan Daklu’nun paralel imtiyazlarını bitirmek istemesi olarak görülüyor. Ancak çatışmaların patlak vermesine yalnızca bu değil bir dizi sebepler silsilesinin sebep olduğunu söyleyebiliriz.
Son yıllarda resmi ordu ile birlikte çalışan ancak orduya paralel yapılanması olan milis güçlerin dünyanın çeşitli bölgelerinde ve özellikle Ortadoğu ve Afrika’da etkinliklerini artırarak krizlere sebep olduğu bir gerçek. Bu noktada Sudan’ın devrik lider Ömer el-Beşir döneminde HDK ile kısmen kendi açısından bir başarı sağladığı öne sürülebilir. El-Beşir’in (bir bakıma ideolojik sebeplerin) sahneden çekilmesi ise HDK tecrübesinin de dayanaksız kalmasına ve odağını kendi çıkarlarına çevirmesine sebep olmuştur. Rusya’daki Wagner tecrübesi dahil milis yapılanmalar konusunda en başarılı örneğin İran’daki Devrim Muhafızları Ordusu (İRGC) ile Irak’taki aslında İran aklının ürünü olan Haşd-i Şabi olduğunu söyleyebiliriz. Lübnan’daki Hizbullah ile birlikte düşünüldüğünde bu yapıların bağlı oldukları (İran) devletle ideolojik birliklerinin kontrol altında tutulmalarında büyük bir rol oynadığı görülebilir.
HDK’da da benzer bir durum söz konusuyken 2019 yılında Sudan’da yaşanan halk devrimi ile Ömer el-Beşir’in devrilmesi HDK’yı iki seçenek arasında bırakmıştı. Bu seçenekler ya orduyla uyumlu olmak ya da orduya üstünlük kurarak bir nevi İRGC’nin rolüne soyunmaktı. Bunun dışındaki seçenek ise sahip olduğu bütün imtiyazlardan vazgeçerek orduya entegre olmaktı. Ancak HDK, Sudan’da kendi bankası, kendi silahı ve kendi kurumlarına sahip olmasının getirdiği imtiyazlardan vazgeçme noktasında çok da istekli olmamıştır. Bu da geleneksel olarak ülkenin egemen gücü konumundaki Sudan ordusunun 2020 yılında sivil siyasete karşı giriştiği darbede umduğu desteği alamayarak darbeden vazgeçmek zorunda kalmasıyla daha güçlü geri dönebilmek için HDK’ya yönelmesine sebep olmuştur.
İdeolojik boşluk
Ömer el-Beşir, Mısır merkezli İhvan-ı Müslimin menşeli ideolojilere sahip İslamcı grupların Ortadoğu ve Afrika’da kalkıştığı darbeler arasında başarıya ulaşan tek darbenin lideri olarak öne çıkmıştır. Mısır’daki Hür Subaylar Darbesi ve Suriye’de İhvancı subayların kalkıştığı darbelerin aksine Ömer el-Beşir liderliğinde 1989 yılında yapılan darbenin başarılı olmasındaki ana faktörlerin Sudan’ın toplumsal yapısı ve o dönem gerek Sudan’da gerekse birçok İslam ülkesinde sevilen bir lider olan merhum Hasan Turabi’nin desteği olduğu söylenebilir. El-Beşir her ne kadar tıpkı Hür Subaylar darbesi sonrası Cemal Abdunnasır’ın İhvan’a yaptığı gibi Turabi’yi saf dışı bıraksa da, Nasır gibi bir cadı avına girişmemiştir. Bu da nüfusunun çoğunu Hristiyanların oluşturduğu Güney Sudan’da isyanın olduğu bir ortamda ordunun konumunu güçlendirmiştir.
El-Beşir, kabile savaşlarının olduğu Darfur’da yaşanan isyanlara doğrudan hızlı bir şekilde müdahale edebilmek için HDK’yı kurdurarak kısmi bir başarı elde etti. Ancak, HDK aracılığıyla Darfur’da yapılan katliamlar yüzünden Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında aldığı tutuklama kararı el-Beşir’i iktidarı boyunca zorlamıştır.
Güney Sudan’ın 2011’de bağımsızlığını ilan etmesi ve 2019 yılında el-Beşir’in halk devrimiyle koltuğundan olması ülkedeki dengeleri sarstı. Akabinde Darfur’daki Halk Hareketi Cephesi’nin başını çektiği isyanın sona erme sürecine girerek nihayetinde geçen sene Hartum yönetimiyle nihai barış anlaşmasına yaklaşılması HDK’yı adeta boşlukta bırakmıştır. Dolayısıyla HDK, paralel bir yapı olarak devlete rakip konumuna gelmiştir. Bu da ordunun dayanacağı bir ideolojik zemini kaydırarak HDK ile bir dizi anlaşmazlığı gün yüzüne çıkarmıştır.
Geçiş süreci başarısız oldu
El-Beşir’i deviren halk devriminin başarılı olmasında ordu ve HDK’nın tarafsız kalmasının rolü oldukça büyüktür. Bu sebeple Sudan Meslek Odaları Birliği’nin başını çektiği daha sonra Özgürlük ve Değişim Güçleri adlı bir koalisyona dönüşen sivil güçler (ki daha sonra odalar koalisyondan çekilecekti) geçiş sürecinde ordunun rolünü kabul etmiştir.
Devrim sonrası sivil kanat ile ordu arasında yapılan uzlaşıya göre, teknokrat bir sivil hükümetin kurulması ve bunun üstünde devlet başkanının görevini üstlenen Egemenlik Konseyi’nin 21 aylığına askerler, 18 aylığına siviller tarafından yönetilmesi ve ardından tarafsız seçimlere gidilmesi ön görülmüştü. Konseydeki ordu kanadı, 21 aylık görev süresinin sonunda iktidarı sivillere devretmek istemedi ve başlangıçta Başbakan Abdullah Hamdok’u alıkoyarak yeni bir süreç başlatmak istedi. Ancak Hamdok’un herhangi bir siyasal eğilimi temsil etmemesi alıkonulmasını adeta sebepsiz kaosa dönüştürdü ve ordu başarısız oldu.
Ordunun başarısız olmasının daha önemli sebebi ise Mısır’da darbeyi ve Libya’da Halife Hafter’in girişimini açıktan destekleyen Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Sudan’da El-Beşir’in ideolojisini paylaşan orduya mesafeli durması ve batılı ülkelerin ve ABD’nin savaş suçlusu olarak görülen El-Beşir’den uzak durmasının bir ürünü sayılabilir. ABD, Rusya ve Çin’in giderek etkisini artırdığı Afrika’nın önemli ülkelerinden Sudan’da bu etkiyi artırabilecek istikrarsız bir ortamı arzu etmiyor. Bununla birlikte, el-Beşir döneminde Sudan’a ekonomik ve askeri yaptırımlar uygulayan ABD, dönemin başkanı Donald Trump’ın başlattığı İsrail ile normalleşme sürecinde Sudan’ın Tel Aviv ile normalleşmesine karşılık yaptırımları kaldırmayı vaat etmesi ve bunu iktidarın sivillere devredilmesi şartına bağlaması, Sudan gibi ciddi bir ekonomik desteğe muhtaç olan bir ülkede ordunun elini ayağını bağlamaktadır. Yukarıda dikkat çektiğimiz ideolojik sebeplerle de birleştiğinde ordunun iktidarı elinde tutma imkanını neredeyse yitirmekle yüz yüze kalarak bir karar alma noktasına geldiği öne sürülebilir.
Böylesi bir ortamda, HDK ile Ordu arasında yaşanan çatışma sürecinin komplocu bir yaklaşımla danışıklı dövüş olduğu, bir başka deyişle sivil siyasetin zayıf olmasıyla birlikte askeri güçlerin iktidarı bölüşmek için zaman kazanma taktiği olduğu iddiasını öne sürmek abartılı olmayacaktır. Ancak bu süreç hem zaten fakir bir halk olan Sudan halkının mağduriyetlerini artırmakta hem de toplumsal fay hatlarını kırma riskini artırmaktadır. Zira çatışmaların uzamasıyla birlikte dıştan destek alamayan tarafların içerdeki rakip güçlerden ve özellikle Darfur’daki rakip kabilelerden destek alma yoluna gitmesi genel bir iç savaşı dolayısıyla ülkenin iyice batmasını beraberinde getirebilir. Bu noktada bölgesel güçlerin aklı selimi öne alıp tarafları uzlaştırması Sudan’ın selameti açısından büyük önem taşımaktadır.