Sözün maksadı ne, gittiği yer neresi?

Abone Ol

Efendim, tartışmaların çoğu “Beni anlamıyorsun”, “Beni yanlış anladın”, “Ben ne diyorum, sen ne diyorsun” gibi sözlerle ifade edilmeye çalışılan anlaşılamamaktan kaynaklanıyor. Çoğunlukla herkes karşısındakinin kendisini anlamasını bekliyor. Burada iki şey önemli; 1. Anlaşılır olabiliyor muyuz? 2. Biz anlamaya çalışıyor muyuz?

Anne bir cümle kuruyor, kızı çok öfkeleniyor ve istenilen sonuç alınamıyor. Annenin kurduğu cümlenin maksadı başka, oluşturduğu etki başka. Eğer bizi maksadımıza götürecek araçları kullanmazsak, yürüdüğümüz yollar ile maksadımız, aradan yıllar geçse de bir araya gelemez çünkü bizi nereye götüreceğini hesap etmeden konuşuyoruz. Ondan sonra da sözümüzün savurduğu yerden eşimizi ve çocuklarımızı toplamaya çalışıyoruz. Söz adeta, hedefe varması için gerilmiş yaydaki ok gibidir. Ağızdan çıktıktan sonra kontrolü mümkün değildir. O zaman kelimeleri ve cümleleri özenle seçmeliyiz; çünkü karşımızdaki insan kim olursa olsun, özenli bir tutumu hak eder. Daha doğrusu, “Özenli davranmayı ben hak ediyorum” demek gerekir; çünkü söz kişinin temsilcisidir.

Tekrar anne ve kızına dönelim. Anne, kızlarının kendisine sofra kurarken yardım etmesini istiyor. Kullandığı cümle şu; “Bıktım artık sizin oturup tembellik yapmanızdan. Ben sofra kuruyorum, neden gelip yardım etmiyorsunuz? İlla başınıza gelip ‘haydi yardım edin’ diye defalarca söylemem mi gerekiyor? Çabuk kalkın bana yardım edin!” Bütün çocukların morali bozulur, söylenmeye başlarlar. “Niye bağırıyorsun, sanki hiç yardım etmiyor muyuz? Üstelik ben tembellik etmiyorum; odamı topladım, yoruldum dinleniyorum. Ne yapsak memnun olmuyorsun ki zaten” diyerek birisi gergin olarak yardım için mutfağa gider, diğerleri ise umursamaz biçimde yerlerinde oturmaya devam ederler.

Bu tablo şöyle olabilirdi. “Yavrularım, akıllı çocuklarım, sofra kuracağım, sizden yardım rica ediyorum. (Bu arada gidip yanaklarına sevgi ile birer öpücük kondurabilirdi) Haydi bakalım, bekliyorum” diyerek sevgi dolu bir ses tonuyla mutfağa gidebilirdi. Varsayalım ki çocuklar gelmediler, bir iki kere daha sevgi ile seslenebilirdi. Yine de gelmemişlerse, o zaman bir şey demeden, daha sonra konuşmak üzere zihnine sipariş verebilir, sonra eğitim amaçlı konuşabilirdi. Çünkü yardımlaşmanın olmadığı yerde, yorgunluk, kırgınlık veyerli yersiz söylenmeler olur. Yani ilişkiyi iyi tutmaya ve yükü paylaşmaya yönelik bir çaba görülmez. Bu da insanın kendisini önemsiz ve değersiz hissetmesine sebep olabilir.

Sözün maksadı yardım talep etmekse, karşısındakinin öfke klâsörüne tıklamaması lâzım. Kullanılan cümle, “Sizlerden bıktım diye başlayan şikâyet, eleştiri, etiketleme, emir verme ve aşağılama içeriyor. Öfke ile söylenen sözler ateş topu gibidir; insanın içini yakar. İçi yanan bir insandan güler yüz ve sempatik yaklaşım beklemek hayaldir.

Bir eş, “Burası otel değil, hatırlatayım. Bu evde eşin ve çocukların var” dediğinde, bu cümleden, “Eşim beni özlemiş, eve erken gideyim” anlamı çıkmaz. Ağır bir hakaret, şikâyet ve eleştiri içeren bu söz, haklı bile olsa, ancak gerginleştirir, bir tartışma başlatabilir ayrıca,araya mesafe girmesine sebep olabilir.

Ağzımızdan çıkanlar, ilişki inşa malzemeleridir. Bozuk malzemeden sağlam yollar yapılmaz.