Sorun sistem değil, yöntem!

Abone Ol

Bu, Diriliş Postası’ndaki ilk yazım ve konunun eğitim olmasını istedim çünkü eğitim her şeyin başlangıcıdır. Kutsal kitabımız “Oku” emriyle başlar. Bebek dünyaya, nefes alması gerektiğini öğrenerek “merhaba” der. Bu doğanın değişmez kanunudur, ömür eğitimle başlar, öğrenmeyle sürer, mutlak bilgiyle son bulur.

Son 11 yıl içerisinde 12 sefer “şekil” değiştiren eğitim sistemi, hatırlayacağınız gibi Sayın Cumhurbaşkanı’nın TEOG’la ilgili yaptığı açıklamayla tekrar değişme sürecine girerek 13’üncü kez yenilenmenin sinyallerini verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bundan iki yıl önce ifade ettiği gibi eğitim konusu sanki bir kangren gibi çözüme kavuşamadı bir türlü. Aslına bakarsanız, eğitimdeki istenilen düzeye gelinememesinin asıl sebebi eğitimin sistemi değil bizzat yöntemidir.

Saate öğrenciden daha fazla bakıp, paydos zilinin çalıp eve gitmenin planlarını kuran; eline bir kitap alıp okumak yerine TV’deki saçma sapan tartışma ve eğlence kanallarına takılan ama iş “ders vermeye” gelince öğrencilerin boş zamanlarını verimli geçirmelerini öğütleyen; öğrenmeyi ve çalışmayı atanana kadar zorunlu sonrasında da gereksiz olarak gören insanların ezici çoğunlukta olduğu bir kadrodan başka ne beklenebilir ki?

Eğitim çok önemli bir konudur hatta belki de en önemli konudur. Devletle, insan arasındaki ilişki karşılıklı faydalanma yoluyla ilerler. Bugün ABD, dünyanın süper gücüdür. Peki, nasıl oluyor bir işler derseniz kısaca anlatayım. Zuckerberg’in Facebook’unun şu anki değeri 362 milyar dolar, Steven Jobs’un Apple’ının değeri 815 milyar dolar, Bill Gates’in Microsoft’unun değeriyse 510 milyar dolar. Sadece saydığım bu üç şirketin toplam piyasa değeri 1 trilyon 687 milyar dolar ediyor.

Türkiye’ye 735 milyar dolarlık bir değere sahip. Sadece bu tablo bile bize eğitimin neden en önemli konu olduğunu en iyi şekilde gösteriyor aslında. Bir tarafta işletim sistemi, diğer tarafta 80 milyonluk bir ülke.

Biz maalesef insanlarımızı yetiştirme noktasında sınıfta kalıyoruz. Eğer sistem düzelecekse bana göre üç temel başlık atılmalı. Kitap, idealist öğretmenler ve karar aşamasında doğru yönlendiren “gerçek” rehberlikçiler. Kitap okuma sıralamasında şu an dünya 86’ncısıyız. Devlet, birinci sınıftan itibaren her öğrenciye ayda bir kitap iştikakı tanıyıp, kitabı gündelik hayatın bir parçası haline getirmeli.

Öğretmenlerin işini daha büyük özverilerle yapması için teşvikler yapılmalı. Örneğin sınıfında başarılı öğrenci oranı yüksek olan öğretmenlere ödül ya da maaş benzeri eğitim dopingi sistemi uygulanmalı. Ve “Oğlum sen ne diyon?” rehberlikçiler yerine öğrencinin ilk eğitime başladığı günden itibaren özlük dosyasını oluşturup; eğilim ve becerilerini not alan tercih dönemi geldiğinde de ona göre yönlendiren yetkin kadrolar oluşturulmalı.

Albert Einstein der ki: “Aslında herkes dâhidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir.” Bugün veliler ve eğitimciler çocuğun ilgilerini ve içten gelen yeteneklerini göz ardı edip “mezun olunca iş bulması kolay olan meslekler” başlığı altında eğitime baktığı için, biz hep geri geri gidiyoruz.

Eğer eğitimin yöntemini değiştirirsek zaten sistemiyle işimiz olmayacak. Ondan sonra isterse uzun atlamayla girsin gençler bir sonraki eğitim göreceği yere. Yoksa bu şekilde devam edersek cumhuriyet tarihi boyunca yaptığımız gibi içinde kitap olmayan, içten gelen isteğe göre bölüm seçmezsek daha çok kaybolacak yıllarımız var demektir. Yarını kurtarmak için bugünü iyi değerlendirmeliyiz…