Son Başbakan

Abone Ol

Geçtiğimiz hafta kimi kâhinlerin zaten bilip beklediği, bizim gibi safdilleri ise hayrete düşüren bir gelişme yaşandı. Başbakan Davutoğlu görevini asil bir tavırla devretme kararı aldı. Safdillik diyorum hali pür melalimize; zira biz memleketin ve ümmetin düşmek ile kalkmak arasında kesif bir mücadele yürüttüğü bir vetirede iki akil adamın aralarında her ne nüşuz varsa davaya sadakat ve hedefe odaklanmışlıklarına bağlı olarak bunların üstesinden gelebileceklerine dair iyimser bir tavrı büyütüp durduk içimizde. Yanılmışız… Demek ki halledemeyecekleri kadar büyükmüş mesele.

Hoca geri dönmemek üzere gitti. Kuşkusuz O’nun gidişi bir diyakrona sebep olmayacak. Türk siyaset tarihi, farklı mecraya taşınıp temel dinamiklerinde bir değişiklik yaşanmayacak. Ancak görünen o ki fiili bir sistem değişikliği gerçekleşmek üzere. Zira bundan sonra başbakan seçilecek isim gerçek bir başbakan ol(a)mayacak. İfade edildiği gibi daha düşük profilli, yaptığı her işi danışarak yapan ve Cumhurbaşkanı ile ters düşme ihtimali bulunmayan bir isim seçilecektir. Bu da Ahmet Hoca’yı son başbakan olarak tarihe geçirecektir.

Cumhurbaşkanımız görevi devrederken emanetçi bir başbakan istemiyorum demişti lakin-anlaşılan o ki- bu kadar da özerk ve parlak bir başbakan hayal etmemişti. Davutoğlu ile aralarında bazı temel konularda ihtilaf yaşandığı bir süredir konuşulmaktaydı fakat işin bu raddeye varacağı da pek çok kimse açısından hesap edil(e)memişti.

Diğer yandan yapılan bu paradigmatik görev değişikliğinin halka iyi anlatılması elzemdir. Milletin hatta ümmetin gönlünde makes bulmuş, siyasette artık bir marka haline gelmiş, yedi haziran yenilgisinden bir zafer çıkararak ülkeyi yeniden düzlüğe çıkarmış bir ismin üstünün çizilmesini, sıradan bir hadiseymiş gibi göstererek geçiştiremezsiniz. Endişem şu ki bu istifa, milleti tatmin edecek şekilde anlatılmazsa operasyonun mimarları bu işten zararla çıkacaktır. Hadise, şer odakları için, “dava”ya (bu kavramsallaştırma en azından bizim açımızdan geçerli) zarar verebilecek bir fırsata dönüşmemeli. Özellikle yıllardır verdiği mücadele sebebiyle en çok yaranın hamili ve hamidi olan Cumhurbaşkanımızın ortaya atılacak tezviratlar nedeniyle yeni yaralar almasına gönlümüz razı gelmez. Bu değişikliğin sebeb-i hikmeti, Reis’in vesayetçiliği ya da egosuna izafe edilmemeli. Unutulmamalıdır ki hakikat çizmesini giyene kadar yalan dünyayı dolaşır. Meydana salınacak hilaf-ı hakikat darb/darbeler ile mücadele etmek yerine, işin aslı, anlatılabildiği kadar en birinci ağızdan anlatılmalı.  Bütün bu hengâmenin içinde en mühim husus burasıdır.

Bize göre bugünkü Türkiye’nin yürüyüşü kutlu bir yürüyüştür ve biz, bu kutlu hareketi zaafa ve zevale uğratacak her türlü yanlışın karşısında dururuz. Şüphesiz dava isimler ile kaim değildir, olmamalıdır da. Aylar değişir, yıldızlar kayar ama gökler Hak terennümüyle yerinde durur. Arz üstünü arşınlayanlardan hakkını vermesini bekler.

Devleti yönetenlerin bu toprakların değerini bizden daha iyi bildiğine eminiz. Süleyman Peygamberin bıyık altından tebessüm ettiği karınca misali, laf-ı güzaf eyleyip yine de hatırlatalım ki Rab haddimizi bildirmesin, sancağımız yere düşmesin!

Baki selam…