Sesi merkeze alarak, onların tonlama ve biçimleri üzerinden bir zihniyet analizi yapan Prof. Sabri Ülgener, “Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde her şey seslidir. Hatta bunu bir ölçü olarak alıp gelişmiş ekonomilerden derece derece az gelişmiş olanlara geçtikçe sesinde, perde perde yükseldiğini pekâlâ bir kaide hükmünde alabiliriz…” diyerek bizi, “Ses Dili”nin derin çağrışımlarına yelken açtırır…
Az gelişmiş toplumlar, soyut işaret ve semboller insanlara daha soğuk geldiği için mutlaka daha canlı olanı temsil eden sesi hatta insana ait olan yüksek sesi tercih ederler; hayatın her alanında…
Bu anlayışla, ileri toplumların kullandığı teknik imkânların bile toplumsal zihniyete uyumu sağlanır…
Pazar yeri davranışından siyasete her yerde bu seslilik, aranan/istenen bir yakınlaşma biçimidir nihayetinde…
Toplu taşıma araçlarındaki “dur” sinyaline rağmen “İnecek var!” diye bağırma isteği pazarda fiyat etiketine rağmen, “On liraya, beş liraya!” şeklinde ki bir müşteri davetine dönüşür…
Sesin yüksekliği, cehaletten ilime doğru gittikçe de derece derece azalırken bambaşka bir ölçü aracına dönüşür; ilmiyle ikna edemediğini, yüksek sesiyle boğmaya çalışan bir cahilliği ele verirken…
Bu yöntem, cahil için “batılı, hak suretinde gösterme” çabasıdır; tıpkı şairin dediği gibi: “Batıl her zaman batıl; fakat gel gör ki kendini hep de hak suretinde gösterir…”
Bu “sesli” olma halinden farklı olarak, “-izm”ler çağında yakalandığımız sloganlar ise -sadece bizde olduğu sanılmasın- fikir ve politik dünyamızdadır; sonuçları pazar yeri ve toplu taşımadaki kadar masum olmayarak…
Fikir hanutçuluğu yapan sıradan aydınların; “Şahane fikirlerim vaar!” naraları, bol keseden savrulduğunda hiç kuşku hissedilmeyecek bir siyasi slogandan daha az tahripkâr değildir; “sesin sıcaklı”ğının arkasına gizlenmiş kötü bir niyetin ürünü olarak…
Bu noktada ses, sese duyarlı ve az gelişmiş toplumlarda ciddi bir istismar aracı haline gelir…
Bilimin sadece uluslara ve sınıflara hizmet etmeye başladığı ve her sınıfın, ulusun heyecanlı ideologları yetişmeye başladığı günden buyana -gerçek ilim ehlini tenzih ediyorum- belirli bir aydın zümresi tarafından üretilen ve politikacıları tarafından tüketilen sloganlar, adeta siyasi arenaların vuruşma aracı haline geldi…
Klişeleşmiş, bırakın söyleyeni dinleyeninin bile yeterince nüfuz edemediği bu sloganlar, coşkulu, yüksek bir sesle arenalarda düelloya çıkar ve rakiplerin üzerine adeta bir kılıç darbesi gibi çalınır…
Sesten çok anlamla ilgilenenleri coşturamayacak bu sloganlar, ne yazık ki dünyanın belirli bölgelerinde hala yığınları harekete geçirebilme kudretine sahip olabiliyor…
Her ne kadar bir “yığın” gibi hareket edenler olsa da, bu konuda kendi ülkeme haksızlık edecek değilim; özellikle son yıllarda kazandığımız tecrübeler, toplumu yüksek sesle/sloganlarla ayartarak sokağa çekip, kendi kişisel hıncının intikamını kitlelere aldırmak isteyenlerin heveslerinin kursaklarında kaldığını gösteriyor…
Sıcak ve dostça seslere hepimizin ihtiyacı var; zira adabıyla konuşmayı öğütleyen zihniyet dünyamız, sesli kalarak da gelişebildiğimizi göstermiştir…
İthal ve hain seslere kanmayalım yeter…