Zamanın zamanında çok yiğit, cevval fakat fakir bir delikanlı varmış. Çok idealist, çok çalışkan ve de gelecekle alakalı çok büyük hayalleri varmış. Gün gelmiş bu hayat mücadelesinde her konuda yoldaş olacak birini bulup evlenmiş.
Gece dememiş gündüz dememiş aç kalmış-açıkta kalmışlar, uykusuz günlerce çalışmışlar hep çalışmışlar. Ne fırtınalar, ne boranlar onları kutlu yürüyüşlerinden hayal ve hedeflerinden vazgeçirememiş.
Çoluk-çocuğa karışmışlar. Adamın malı-mülkü epey artmış. Çevrede çok büyük itibar gören bir şahsiyet haline gelmiş. Bu durumu gören bazıları kahramanımızın gözüne ve gönlüne girmeyi bir şekilde başarmışlar. İkinci eşi üçüncü, üçüncüyü dördüncü takip etmiş.
Günler günleri, yıllar yılları takip etmiş yıllar akıp gitmiş.
Bu adam en çok dördüncü eşini severmiş. En genci oymuş. Her zaman en güzel kıyafetleri, en nadide takıları, en güzel ayakkabıları ona alırmış.
Bu adam üçüncü eşini de en az onun kadar severmiş. En akıllısı, en beceriklisi oymuş. Bu eşi adamın gurur kaynağıymış, çok da güzelmiş. Adam hep korkarmış “Ya bir gün beni bırakırsa” diye. O yüzden üçüncü eşini hep yanında gezdirirmiş.
Adam ikinci eşini de çok severmiş. Eşlerinin içinde en sevdiğiymiş o. Müthiş güvenilir ve sır saklayan aynı zamanda çok anlayışlı biriymiş. Her zaman bütün sırlarını onunla paylaşır, dertlerini ona anlatırmış.
Ama adam ilk eşini hiç sevmezmiş. Her zaman ona “evin danası” muamelesi yapıyormuş. Oysaki adamın bu görkemli günlerine gelmesinde en büyük pay onunmuş; evini, yuvasını, çocuklarını veren o eşiymiş. Hiçbir zaman da bu yaptıklarını tek bir kez dahi olsun başa kakmamış, bir kenarda-köşede vakarlı bir şekilde sessizce işine-gücüne bakmış.
Neyse, adam bir gün aniden ölüm döşeğine düşmüş.
Kendi kendine düşünmüş “benim bu dünyada haddini-hesabını bilmediğim miktarda malım mülküm ve dört eşim var. Ben bu ölüme tek başıma gitmek istemiyorum” diyerek dördüncü eşini yanına çağırp sormuş: “En güzel şeyleri hep sana verdim. Her zaman sana en güzelini, en görkemlisini aldım. Şimdi ben ölüyorum. Benimle gelir misin?”
Eşi “Kesinlikle olmaz, ben daha çok gencim” diyerek odadan çıkıp gitmiş.
Adam üçüncü eşini çağırmış ve “Bu zamana kadar seni çok sevdim. Sen benim hep gurur kaynağımdın. Şimdi ben ölüyorum ve sen benimle gelir misin?” deyince o eşi de “Kusura bakma ama benim gelecekle alakalı hayallerim var. Hayat devam ediyor. Sen öldükten sonra birini bulup evleneceğim. Seninle gelemem.” demiş.
Adam son bir umut ikinci eşini çağırmış “Bu zamana kadar hep sana güvendim, bütün sırlarımı seninle paylaştım. Şimdi ben ölüyorum, benimle gelir misin” demiş.
Eşi “Lütfen bunu benden isteme. Ben mezara kadar gelirim ama daha ötesini/ilerisini benden isteme. Bunu yapamam!” demiş.
Adam boynu bükük bir şekilde ölümü beklerken içeriden bir ses gelmiş: “Ben seninle gelirim!”
Adam doğrulup bir bakmış ki karşısında ilk eşi duruyor. Ona dikkatli bakınca onun bakımsızlıktan müthiş derecede zayıfladığını-çöktüğünü, yılların ne kadar çabuk geçtiğini fark etmiş.
Ve sonunda sadece ilk eşi adamla birlikte ölüme yürümüş; ölmüş!
Bu yazıyı her dönemde haddinden fazla yalnız kalmış/bırakılmış, çaresizliğe terk edilmiş “bizimkiler” için “Bizim evin danası” muamelesine tabi tutulanlar için yazma ihtiyacı hissettim. Hikâyenin bir kısmını çok eskiden bir yerlerde okumuştum, diğer kısımları da bana ait.
Siz siz olun, ne iş yaparsanız yapın, hangi konumda olursanız olun sizinle ölüme gelmeyeceklere gönül vermeyin, bel bağlamayın. Sonuçta hüsrana uğrarsınız.
Güzellikler sizinle olsun, Rabbim kadir-kıymet bilenlerle karşılaştırsın.