Coğrafi keşifler… Dünyada hakikatin canını bu tabirden daha fazla acıtan çok az şey vardır. Aslında olan şey dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir yıkımdı, yağmaydı, katliamdı, acıydı, ızdıraptı. Bu sürecin adı küresel katliamdır, küresel vahşettir; fakat asla coğrafi keşif değildir.
Aslında zaten Çinliler de Müslümanlar da Amerika’dan haberdardı. Öyle ki Avrupalılardan 100 yıl kadar önce Çinliler zaten kendi coğrafi keşiflerini yapmışlardı. Müslümanlar da çok daha öncelerden beri dünyadaki diğer bölgelerden haberdardı. Fakat ne Müslümanlar ne Çinliler ne de diğerleri Avrupalıların sahip olduğu bu açgözlülüğe ve ihtirasa sahip değillerdi.
Yeni dünyadan haberlerinin olduğu ilk dakikadan sonra Avrupalılar çok müthiş bir ihtirasla yeni dünyayı talan etmeye, yakmaya, yıkmaya, yok etmeye, katletmeye başladılar. Ve sonuna kadar gittiler. Gerçek anlamda.
Avrupalılar sadece Amerika kıtasında katliam yapmadılar. Afrika, Avustralya ve Polinezya gibi bölgelerde de Avrupalılar toplumları yok ettiler, pardon keşfettiler. Öyle ki bugün ne Amerika’da ne Avustralya’da ne de Polinezya’da oranın yerlileri var. Çünkü hepsi katledildi. Yerlerine ise bu canilerin çocukları ve diğer Batılılar geçti.
Batılılar Amerika kıtasına çıktıkları andan itibaren büyük bir açgözlülükle hareket ettiler, altın ve gümüş peşinde koştular. Bu uğurda Amerika’daki medeniyetleri yok ettiler. İnsanları katlettiler. Bunu da hakikatin canını çok acıtarak, dini bir kisve altında yaptılar. Avrupalılara göre Amerikalıların yok edilmesi tanrının onlar için verdiği yargının ta kendisiydi. Ve Avrupalılar da burada tanrının iradesini gerçekleştiriyordu! Hakikatin canı bundan daha fazla nasıl yakılabilir?
Avrupalılar, gittikleri bölgelerdeki insanları da insan olarak görmüyorlardı. Öyle ki onların insan olup olmadıklarına yönelik ciddi tartışmalar bile yaptılar (Eugenics!). Gerçekten de yaşananlara bakıldığı zaman iki taraftan birisinin insan olmadığı açıktı. Fakat bu Amerikalılar değil, o Avrupalılardı.
O kadar çok vahşet yaşandı ki… Avrupalı askerler kılıçlarının keskinliğini “test etmek” için yoldan geçen rastgele bir Amerikalının bağırsaklarını yere dökebiliyordu. Ya da bebekleri annelerinin sırtından çekip kopararak köpeklere yem edebiliyorlardı. Ya da keşfedilen bir adadaki yerlileri sırf zevk olsun diye teker teker tüfekle sabahtan akşama kadar öldürebiliyorlardı (ve sonunda adada yerlilerden bir ceset dağı ortaya çıkıyordu).
Avrupalılar bir taraftan Amerikalıları (ve tabi diğerlerini) zevkine katlederken, buldukları altın ve gümüş madenlerinde de geriye kalan Amerikalıları çalıştırıyorlardı. fakat bu da nihayetinde katliama çıkıyordu. Madenlerde çalıştırılan Amerikalılara yiyecek ya da içecek verilmiyor ve gerçek anlamda Amerikalılar ölene kadar çalıştırılıyordu. Ölenlerin cesetleri de durdukları yerde çürümeye terk ediliyordu. Öyle ki sonunda madenlerin çevresi ve bağlantı yolları cesetlerden geçilmez bir hal alıyordu. Sonunda bu cesetlerden beslenmek için o kadar çok kuş bölgeye geliyordu ki hava kuşlardan kararıyordu. (Avrupalılar, Amerikalılar ölerek “bitince” madenlerde çalıştırmak için milyonlarca Afrikalıyı köleleştirip Amerika’ya götürdüler ve Afrika medeniyetlerini de böylece yok ettiler.)
Ve bunlar birer istisnayı teşkil etmiyordu. Bunlar vaka-ı adiyeydi. Tam da bu yüzden Avrupalılar, Amerika başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde mutlak bir soykırım gerçekleştirdiler ve bulundukları bölgenin insanlarını tamamiyle yok ettiler. (Afrika -çeçe sineği sayesinde- kısmen bu acı akıbetten kurtulabildi.)
Ve bugün… Filistinli bebek Ali’nin İsrail tarafından yakılarak öldürülmesi değil, Cecil isimli aslanın öldürülmesi Batı dünyasının kalbini yaraladı. Ve insanlar buna çok şaşırdılar. O zaman sorayım: Siz de bir âlemsiniz, niye şaşırıyorsunuz ki?