Bir siyasetçinin rekabet dilini ve o dilin zaman zaman da kontrolünü kaybetmemiş sertliklerini çok rahat anlayabilirim. Kendi tabanını konsolide etmek isteyen her parti, dünyanın her yerinde az ya da çok benzer taktikleri kullanır; toplumsal farklılıklara göre bazı üslup farklılıkları olsa da.
Fakat öyle sanıyorum ki “muz cumhuriyeti” hariç dünyanın hiçbir yerinde, aklı başında bir lider kendi tabanına o ülkenin Cumhurbaşkanı için, “Size terörist diyor” ifadesini kullanamaz. Bu, çok açık bir provokasyondur/tahriktir. Siyaseti olması gereken zeminden çıkarma girişimidir. Basit bir iftira ve müfteri durumu gibi değerlendiremeyiz diye düşünüyorum. Bir lideri “hedef” göstermek ve kitlelerden daha farklı bir tepki göstermelerini beklemek gibi… Bu, hiç kimsenin altından kalmayacağı sonuçları tetiklemek değil mi?
Seçmene artık söyleyecek hiçbir sözü kalmamış, girdikleri ama göğüslerini gere gere söyleyemedikleri bazı ittifaklarının üzerini ötme çabasıyla ortaya çıkan bu hezeyanlar, öyle görülüyor ki sahibi tarafından çok düşünülmeden ortalığa saçılıyor. Şayet düşünülmüş, yansımaları hesap edişmiş bir üslup sergileniyor olsa bu tarz ifadelerin ortaya çıkması söz konusu dahi olamaz.
Kaldı ki akıllı bir siyasetçi hiçbir partinin tabanını/seçmenini aşağılayarak ya da hakaret ederek hedef alamaz. Hele de bu siyasetçi, kırk yıldır bu ülkede siyaset yapmış, seçmen reflekslerini en yüksek seviyede algılamış ve siyasetini de ona göre restore etmiş bir liderse bu konuda birkaç defa daha hassas olacağı muhakkaktır…
Siyasetçiler genel manada lider kadroların tutumları üzerinden siyaset üretirler ve eleştiriler de bu zeminde ilerler. Çünkü HDP ya da FETÖ ile girişilen ittifaktan-onlara göre dirsek teması- sorumlu olan seçmen değil yöneticilerdir. Onları bu oldubittiyle karşı karşıya bırakanlar da onlardır. Bu sebepledir ki hem CHP’den hem de İP’den ciddi istifalar geldi; teşkilatlarının her kademesinden…
Bu zaviyeden bakıldığında, kendi yaptıklarının sorumluluğunu seçmenin üzerine yükleme durumu da çok açık olarak görülüyor… Bu “topu taca atma” çabası hiç kimseye yutturulamaz… Bu, vicdani, ahlaki açıdan kabul edilmeyen bir ilişkinin, seçmen eliyle meşrulaştırılması çabasıdır. Fakat seçmenin ferasetinin liderlerinden daha öngörülü olacağı kanaatim de var olmaya devam ediyor. Onlar bu oyuna gelmeyecek ve bir seçimi, olması gerekenden daha farklı olarak görmeyeceklerdir; her türlü tahrike rağmen…
Her ne sebeple olursa olsun kitleleri öfkelendirmek ve onların üzerinde bir enerji birikmesine sebep olmak çok tehlikelidir. François Furet: “Kitlesel olaylar tıpkı sel gibidir. Ne taşıdıkları ancak sel dindiğinde belli olur” der. O sebeple en doğru olan şey onu hiçbir zaman hareketlendirmemektir. Zira verilen hareketin durdurulabilmesinin hiçbir teminatı yoktur…
Bunu deneyenler her dönemde az ya da çok tetikledikleri selin mağduru olmuşlardır. Bu dil hiç kimseye beklediği ikbali sağlayamaz. Zira siyasetin testisi çok hassastır ve onu taşıyan herkesten ciddi bir özen ister… Su testisinden farklı olarak, kırıklarından kan akıtır; Allah korusun…
Bu hakikati bugün dünya üzerinde yaşayan başta komşularımız olmak üzere birçok ülke var. Sadece onlara bakmak bile yeterlidir. Geçmişte bizim ülkemizde de bu “testi” çok saldırıya uğradı ve kırıklarından nelerin döküldüğünü de herkes gördü… Mitomaniye (yalan söyleme hastalığı) ve iftira siyasetine dayanan bir dil asla huzur vadedemez…
Peki, o halde biline biline nedendir bu tahrik? Kime ne getirir, kimden ne götürür?
Çok açık olan şey şudur ki, herkesten çok şey götür. Hakikat göstermiştir ki hiçbir koltuk bu bedele değmez… Muhalefet olarak girdiğiniz ilişkiler sebebiyle bir yenilgiden korkuyorsanız, milleti tahrik etmek yerine kendi durduğunuz zemini değiştirin. Bu, hem daha akıllıca hem de bedelsizdir…