Bir şeyi bir şeye alet etmek, tamamen olumlu/olumsuz genellenebilecek bir şey değildir.
Alet eyleme işinin keraheti, alet eylenen, eyleyen, eylenilen şeyin mahiyetine bağlıdır.
Bir Müslüman siyasetçinin, dini siyasete alet etmek gibi bir ithamla karşılaşması ve hatta dini siyasete alet etme durumuna düşme tehlikesi her zaman karşılaşılması mümkün olan bir durumdur.
‘Olumsuz olumlu’ ve ‘olumlu olumsuz’ ara, bayağı kesir durumlar iki şey denilen arasında her daim mevcuttur.
Her şeyin bir birinden bağımsız ve müstakil algılandığı bir anlayış dünyasında ikiliğin birlik içinde olmanın izafi kısmı olduğunun anlaşılması kolay değildir.
‘Dini siyasete alet etmek’ ile ‘Siyaseti Dine alet etmek’, din ve siyaset ikiliği arasındaki münasebet gibi algılamanın sorunlu yanları olduğu gibi siyasetin din, dinin siyaset olarak anlaşılmasının da birçok sorunlu tarafı vardır.
Bir dervişin, ‘aslında dağların dünyayı tutmak için göğe çakılmış çiviler olduğu’ bakış açısıyla karşılaşmadan, hayatı dört işlemden ibaret zannedenlerin ikilemlerden kurtulup birliğin anlam bütünlüğü içinde meseleyi kavrayabileceklerini zannetmiyorum.
Heva ve hevesini /nefsini merkeze alarak yaptığın her iş aslında bir ‘aletleştirme’ işidir.
İster dindar gözükmek için siyaseti alet et, istersen iyi bir siyasetçi gözükmek için dini siyasete alet et fark etmez.
Namaz, oruç, hac, zekât, infak, sadaka gibi vecibeleri dindarlığa alet etmekte aynı kapıya çıkar.
Aslında nefsi merkeze almak birliğin ve bütünlüğün içinden nefsini çıkarıp ikilik/şirk kurmak anlamına gelir.
İkilik doğdu mu bir kere, o çabucak şirketleşir zaten vesselam…