Sıvı modern…

Abone Ol

Daha önceki yazılarımda modernitenin “Batı’nın çocuğu” olduğunu ifade etmiştim…

Bu anlayışın en önemli alamet-i farikası toplumların tutunabilmek adına yüzlerce yılda oluşturduğu bütün ortak değerlerini yerinden eden “yapı söküm”cülüğüdür…

Toplumsal değerlerin daha sıkı tutunmasını sağlayan bütün “katı” yapıları sıvılaştırarak hatta bazen buharlaştırarak ciddi travmalar meydana getiriyor…

Hiçbir şeyin yeteri kadar içselleştirilemediği, ortak duygu ve hissiyat oluşturmasına izin verilmediği bu akışkanlık, akıntıya kapılanların feryadından başka hiçbir sesin duyulmasına müsaade etmeyecek noktaya ulaştı neredeyse…

Sıvılaşan, sadece manevi değerlere ait olanlar değil elbette…

Beşerin oluşturduğu sistemler de ciddi bir temsil krizi yaşıyor…

Hukukun, hatta “uluslararası hukukun sıvılaşması” her şeyi tarihsel anlamından kopararak, endişe ve korkuyu her geçen gün biraz daha artırıyor…

Uzun yıllar gerektiren ve koruma alanı sağlayan katı daireler bizzat, “güçlünün adaleti” anlayışıyla hareket eden devletler tarafından sıvılaştırılıyor…

Antlaşmaların, daha imzalandığı andan itibaren güven sorunu yaşadığını, son birkaç örnekten bile hatırlayabiliriz…

BM’in kararları başta olmak üzere bütün uluslararası antlaşmaların -bizzat tarafı olan ülkeler eliyle- ihlal edildiği çok açıktır…

İhlallerin yaşandığı İdlib ve tabii ki Suriye’nin tamamı, Libya, Yemen bunlardan sadece birkaçıdır; feryadın arşa dayandığı…

Ve Kudüs, Filistin!

Acının hep taze bırakıldığı, kabuk bağlamasına müsaade edilmeyen insanlığın vicdan yarası!

O yara şimdi ABD Başkanı Trump tarafından bir kez daha kanırtıldı, kanatıldı…

Kuralların hep sıvı kalmak zorunda olduğu bir belde imajı, öncelikle orayı “kalıcı yurt” haline getirme iddiasında olan Siyonizm’e asla huzur ve güven vermeyecektir…

Haydutça bir tutumla toprağın asıl sahiplerine, kendi toprakları “bahş”ediliyormuş gibi…

Ne acı!

Hem insanlık için hem de onun vicdanı için…

Ne garip değil mi?

Bugün dünyayı en çok da huzura erdireceğini iddia edenler huzursuzlaştırıyor…

Adaleti de “adil” olduğunu iddia edenler…

Gerçeği temsil ettiğini iddia edenlerin aslında en büyük yalancılar olduğu gerçeği, bir kenara atılabilir mi?

“Nereye bu gidiş?” sorusu tarihte hiç bu kadar derin içerikli cevaplar beklememiştir sanırım?

Çünkü tarihte ilişki ağları hiç bu denli karmaşık, sofistike olmamıştır…

Bugün Filistin’e zulmeden ABD’nin çok temel bir yanılgısı var…

Geçmişte ki devasa imparatorlukların yıkılış bize çok anlamlı bir ilham kaynağıdır…

Evet, belki bugün ABD’yi yıkacak bir dışarıdan güç hesaba katılmıyor olabilir; biz de bu gerçeği yok saymıyoruz…

Fakat bu gidişin tarihsel çağrışımlarının sunduğu ABD’nin karşısındaki en önemli güç, ABD’nin kendisidir…

ABD izlediği bu politikalarla kendi kendini mutlaka yenecektir…

Tıpkı izlediği yanlış politikalarla, önce vicdanlarda sonra da sahada yenilen doğudan ve batıdan onlarca imparatorlukta olduğu gibi…