Sistematik nefret ve ötekileştirmeye dair bir soru

Abone Ol

Toplumda mensubiyet şuurundan nasipsiz ve manevi kıymetlerden habersiz bir kesim mevcut, hiç şüphesiz. Bilhassa cumhuriyet yıllarından itibaren, kendi zihin dünyalarında bir tür ‘’öteki taraf’’ tanımı inşa etmiş durumdalar. Bu zihnî yapıyı kuşaktan kuşağa aktarıp, diri tutma gayreti içerisindeler. Tahayyüllerindeki “öteki tarafa” karşı, günbegün çığlaşan bir kin ve her an harekete geçmeye hazır bir saldırı potansiyeli taşıyorlar.

On yıllardır muhafazakâr kitlenin boğuşmak zorunda kaldığı ve doğal olarak mevzuya çekirdekten vakıf olduğu bir realite bu. Bilinen ve tecrübe edilen… Sorun şu ki, bugün dahi bu düşmanlığı, bu vakıayı yeterince ciddiye almıyoruz. Onun yerine var olanı kuru laf çapında dillendirip, üstüne kendimizi bu kitleye yarandırmaya çabalıyoruz. Yahut bir takım siyasi gerekçelere dayanarak kendimizi böyle davranmaya mecbur hissediyoruz.

Bu zihnî yapının döllenme, büyüme ve tekâmül safhalarını sosyolojik düzlemde en ince teferruatına kadar projelendiren bir sistem söz konusu. Bu sistemin öylesine etkin bir işleyişi var ki, aksiyona tabi olmayan sistem eleştirileri dahi bir tür linç gerekçesi haline geliyor.

Belli bir azınlığın keyfine göre gerekçelendirilmiş, meşrulaştırılmış ve hatta birçok cihetten kanunla korunur hale gelmiş bu linç tehdidi, toplumdaki asırlık “ötekileri” sistemin dışına çıkmamaya ve sistemin anadan doğma muhafızlarına yaranmak gibi bir mecburiyet hissetmeye itiyor.

Sistem, çocukluktan itibaren çeşitli kültür ve eğitim kodlarıyla terbiye ettiği fabrikasyon bireyler kanalıyla, sahip olduğu sosyal iktidarın devamını sağlıyor. Ve bu soyut/sosyal iktidarın çiftliğinde yetişmiş ürünler (bireyler), muhaliflerine şöyle bir teklif, daha doğrusu yaptırım öne sürüyor:

“Biz sizden nefret edebiliriz. Size her türlü hakareti, sömürüyü, zulmü reva görebiliriz. Bizim size gösterdiğimiz yahut öğrettiğimiz kadarıyla sınırlı kalmak zorundasınız. Değerleriniz ve adetleriniz bizim filtremizden geçtiği müddetçe var olabilir. Bizim önemsediklerimiz sizin için de önemli olmak zorundadır. Yalan, iftira ve demagoji bizim çıkarlarımıza uygun olarak meşrulaştırılabilir. Tüm bu hususlarda bize hoşgörü göstermek, boyun eğmek ve haddinizi bilmek zorundasınız. Aksi halde sizi bölücü, kaba ve cahil olarak etiketlendirir, toplumun ve toplumsal işleyişin hiçbir kolunda tanımayız.”

Sonra, örtülü muhtevası bahsettiğim şekilde olan mezkûr yaptırımı aydınlık, modernlik, özgürlük, laiklik vesaire gibi cafcaflı ambalajlarla pazarlıyorlar. Bu pazarlama tekniği sistemin bir kalkanı. Kalkanı delmek oldukça güç, çünkü kalkanın sağlamlığına yönelik algı evrensel düzeyde markalaşmış durumda. Nitekim markaları yıkmak zordur.

Portreyi böyle yorumladık mı işin rengi değişiyor. Mesele tekrar kısırlaşıyor. “Öteki tarafın” cehdi ne kadar yüksek olursa olsun direnişi kırılıyor, sistem de ekmeğine yağ sürüyor.

Özetle, yetiştirdiği özgür köleler ve sırtını yasladığı markalaşmış sunî normlar kanalıyla sürekliliğini sağlayan sistem, tabiatının ve ona verilmiş görevin gereğini taviz vermeden icra ediyor. Sistemin manipüle ettiği “ötekiler” de kıstırıldığı çarpık düzende, bir gün düzeni değiştireceği ümidiyle; kendi has kıymetlerinden taviz verip sisteme ayak uydurmaya çalışıyor.

Yani görünen o ki “ötekilerin” her koşulda bir bedel ödemesi gerekiyor.

Soru şu:

Ödenmesi gereken bedel, “ötekileri”, “öteki” yapan, “öteki” olmaya bir itibar kazandıran has kıymetlerden taviz vermek midir?