Sınırsız ihtiraslar!

Abone Ol

Muhakkak ki yaşayan her varlığın maddi ihtiyaçları bulunmaktadır. Bunları inkâr edip ruhani bir hayat yaşamak da insanoğlunun doğasına kesin bir şekilde aykırıdır. Problem, ihtiyaçların sınıflandırılması ve tanımlanması esnasında ortaya çıkmaktadır. Neyin ihtiyaç, neyin nefsin gereksiz arzusu olduğu iyi tahlil edilmelidir. Bir insan, özellikle de bir Müslüman bu ayrımı yapabilecek ahlaki olgunluğa sahip olmalıdır.

İkinci bir evi almak için müşterisini kandıran, servetini çoğaltmak için vergi kaçıran, aşırı kazanç hırsıyla insanların zorunlu ihtiyacı hâlindeki malları ederinin çok üstünde satan, devletin malını, parasını türlü hilelerle iç eden, çalışanının hakkını vermeyen, geciktiren, tartıda ölçüde hile yapan, yalanla ticaret yapan, aldatmayı beceri sanan insanların oluşturduğu bir topluma dünyanın en güzel ekonomik sistemini dahi tatbik etmeye çalışsanız netice her zaman felaket olacaktır. Çünkü ekonomik sistemlerin başarıya ulaşmasındaki en önemli etken ne hesaplar ne tasarruf ne dengeli harcamadır. Bunlar sadece detaylardır. Ana etken; hiç şüphesiz ahlaktır, ahlaklı insanların varlığıdır.

Parayla ilişkisini İslam’ın öğüt ve emirleri çerçevesinde devam ettiren, İslam’ın evrensel değerleri çerçevesinde yetişmiş ahlaklı insanların var olduğu bir toplumda adaletli bir sistemin kurulması son derece kolay olacaktır. Bunun en güzel örneği Efendimiz’in (s.a.v.) zamanında yaşanmıştır. O dönemde servetlerin nasıl kullanıldığını, yemeye ekmek bile bulamayan, fakirlik içindeki bir topluluğun kalkınma adına ne türlü fedakârlıklar yaptığını İslam tarihi bizlere eşsiz örneklerle aktarmaktadır. Gerektiğinde zenginin tüm malını paylaştığını, gerektiğinde fakirin evini paylaştığını, gerektiğinde inançları uğruna karınlarına taş bağlayarak açlığı hep beraber göğüslediklerini öğrendiğimiz bu tarihi kayıtlar; böylesine kenetlenmiş bir topluluğun çok değil 50 sene kadar sonra nasıl muazzam bir zenginliğe hükmettiklerini, adaletle hükmetmeye devam ettikleri sürece söz konusu zenginliğe sahip olduklarını fakat bunlarla beraber adaleti terk ettiklerinde ve ahlaki yozlaşmaya maruz kaldıklarında yani kısacası yoldan çıktıklarında gerek siyasi gerekse iktisadi olarak nasıl tepetaklak olduklarını göstermektedir.

İnsan, ana akım iktisadın kabul ettiği gibi sınırsız ihtiyaçlarına karşı sınırlı kaynakları ele geçirmeye çalışan basit bir varlıktan çok fazlasıdır. İnsanoğlunun sınırsız olan ihtiyaçları değil ihtiraslarımız. 

Bizim inancımızda insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Vazifelidir. Maddiyata, sadece bu dünyadaki görevini yerine getirirken faydalanılacak, amacına ulaşma adına kullanılacak kaynaklar olarak bakar. İhtiraslarının peşinde sürüklenmez. İhtiyacı kadar olanı helalinden elde etmek için çalışır. Paylaşmayı, bölüşmeyi, yardımlaşmayı emir telakki eder. Bunu da Rabb’inin kendine lütfettiğiyle kendisini sınav etmesi olarak değerlendirir. Bölüşürken, ticaret yaparken, kazanırken, kaybederken her şeyin bir sınav çerçevesinde gerçekleştiğini, dünya malının bir imtihan meselesi olduğunu, kendisinin emanetçi olduğunu, her şeyin gelip geçici olduğunu bilir. İşte böyle bir bilinçle hayatını devam ettiren insanların var olduğu toplumdaki ekonomik ilişkiler; günümüzün insanların arasındaki acımasız mücadeleden ve umursamazlıklardan uzak, insanların birbirlerine düşmanlaşmadığı, fakirin zenginle, işçinin işverenle, devletin vatandaşıyla omuz omuza olduğu bir seyir takip eder.

Tüm insanların sorumluluğunu üstünde hisseden böylesi bir insan topluluğunun ortaya koyacağı ilahi ve dolayısıyla evrensel değerlere dayanan ekonomik sistemin; dünyanın şu anki acımasız, zengini daha da zengin eden, fakiri ezen, güçsüzü köleleştiren lanetli ekonomik sistemine atacağı tokadı hayal etmek bile ortaya çıkacak sonuçlar açısından tüm insanlığı heyecanlandırmaya yeterlidir.

Afrikalı bir çocuğun bir Türk genci gibi giyinebildiği, sağlık ve eğitim hizmeti alabildiği, en fakir Vietnamlının haysiyetli ve insani değerlere uygun bir işte çalışarak ailesinin ihtiyaçlarını giderebildiği, hangi ülkede olursa olsun tüm insanlığın barınma, yeme, içme, sağlık, eğitim vs. ihtiyaçlarını karşılayabildiği, kimsenin esir edilmediği, kimsenin köleleştirilmediği, kimsenin istismar edilmediği bir ekonomik sistem…

Elbette bu hayalin yerine getirilmemesi için çok ciddi derecede baskılar kurulacak, zulümler yapılacaktır. Dünyanın yarı servetini elinde tutan küçük bir azınlığın buna müsaade etmemek üzere tüm dünyayı karıştıracağı da kesindir. Fakat tüm bunların mikro manada benzerleri Kureyş’te de yaşanmıştır. Şartlar çok benzemektedir. Onlar da her türlü eziyeti etmiş, ekonomik ve siyasal yaptırımı uygulamış, her zulmü denemiş ve neticesinde Allah’ın yardımıyla perişan olup gitmişlerdir. Aynı samimiyetin yakalanması ve aynı yolun günümüze bakan yönleriyle yürünmesi hâlinde Allah’ın yardımıyla aynı sonuca yeniden ulaşılması mümkündür.

Dünyayı cehenneme çeviren, arzularının peşinde hayvanlaşan nesiller ve onları bu hâlde tutmaya çalışan, daha da acımasızlaştırmaya, maddeye kul etmeye çalışan sistemin şeytanlaşmış sahipleri karşısında, varlığının sebebinin bilincinde, evrensel insani değerleri benimsemiş, sömürüye “Dur!” demeyi kendine vazife edinmiş Müslümanların mücadele etmesi Rabb’imizin bizlere kesin emri, bu yolda samimiyetle yürüyenlerin de zafer kazanacak olması ise en güzel vaadidir.