Simbiyotik yaşamdan yüksek gerilime: ABD Çin ilişkileri (I)

Abone Ol

ABD-Çin çatışması bizler için kibar ifadesiyle “İki ucu keskin değnek”… İlgilenmiyoruz diyebileceğimiz bir konu da değil.

Yakın zamana kadar, Çin ve ABD arasındaki simbiyoz ekonomik ilişkiler birinin diğerini yok etmesine izin vermeyecek kadar karmaşık görülebilirdi. Dolar üzerinden karşılıklı bağımlılıkları kadar, birbirleriyle olan devasa ölçekli dış ticaretleri de bu düşünceyi destekliyordu.

Bugünlerde rekabet iyiden iyiye kızıştı ve durum farklı bir hal almaya başladı. Bu iki bağımlı düşman, bir yandan birbirilerini besliyorken diğer yandan küresel rekabette birbirlerinin altındaki kumu çekmekten vazgeçmiyorlar. Çin- ABD ilişkileri güvensizlik üzerine kurulu bir paradoksal çekişmenin çıkarların dengelenerek korunması adına göz yumulan bir nefreti içeriyor.

ABD’nin Güney Çin Denizi’ndeki tatbikatı ve donanmanın uluslararası tartışmalı suların son miline kadar ilerleyerek güç denemesinde bulunması tarafların birbirilerini ustaca tartmaları anlamını taşıyor. Fakat Çin’in bugüne kadar hiç olmadık şekilde en az ABD kadar kararlı duruşu, bizleri tırmanan çekişmenin varabileceği boyutları düşünmeye sevk ediyor.

Şimdilik zayıf bir ihtimalle de olsa ABD ve Çin’in sıcak çatışmaya dönüşecek bir yola girmeleri ihtimali en azından teorik olarak önümüzde duruyor. Bu çekişme, Pasifikte, Güney Çin denizinde ve bütün ekonomik alanlarda güç ve kararlılık gösterisi şeklinde ve şimdilik karşılıklı olarak birbirini tartmalarıyla sürüyor. Fakat, bu sürtüşmenin tek bir kıvılcım ve istenmedik bir adımla iki taraf için de sıcak temasa dönüşmesi ve yıkıma yol açması her zaman mümkün.

Olayın bugün ortaya çıkmış bir ticari rekabet veya karşılıklı ekonomik tehdit algısı meselesi olmadığını ifade ederek devam edelim:

Cambridge ve Harvard Üniversitelerinde profesör olarak ders veren Dr. Graham Allison bu konuda anakronik olmakla suçlanabilecek ama gerçek olan bir döngüyü ortaya koyuyor. Kitabının adı, “Destined for War: Can America and China Escape Thucydides’s Trap?” (Kader Olmuş Savaş: Amerika ve Çin Tucidides Tuzağından Kurtulabilir mi?).

Yazar, tarih biliminin kurucusu sayılan Tucidides’in Peleponnes Savaşı üzerinden tarihin kurallarından bahsetmesini yorumluyor. Antik Yunan için yıkıcı olan bu savaşın çıkış sebebi, onun ifadesiyle: “Savaşın kaçınılmazlığı, korku ve Atina’nın yükselişindendir”. Yani hâkim güç karşısında, yükselen güç sonuçları ne kadar yıkıcı olursa olsun mutlaka bir hamle deneyecektir der.

Dr. Allison üç önemli hususa dikkat çekiyor: Geçen yüzyılın başında Çin halkının %98’inin 2 doların altında gelirinin olduğu; 2004 yılında kişi başına düşen milli gelirde Çin’in ABD’den 2,5 kat düşük olduğu, 2014 de her ikisinin de yaklaşık 18.000 Dolar ile başa baş geldiğini ve tahminlere göre 2024 yılında Çin’de kişi başına düşen milli gelirin ABD vatandaşlarına göre yaklaşık 1/3 oranında yüksek olacağını ve 2018 yılı itibarıyla nüfusuna göre en fazla dolar milyoneri olan ülke olacağını vurguluyor. Onun açıkça dikkat çektiği nokta Çin’in önlemeyen bir ekonomik yükselişe imza atıyor olması.

Ona göre, tarih boyunca iktidar ve nüfuzu elinde tutan devletler ile onların yanı başında büyüyen “yükselen güçler” arasındaki ölümcül rekabetin 500 yıl içinde 16 defa yaşandığını ifade ediliyor.

Tipik bir örnek olarak kendi döneminde dünya siyasetinde hâkim olan İngiltere’ye karşı “yükselen güç” olarak Almanlar arasındaki gerilim I. Ve II. Dünya savaşlarına yol açmıştı.

“Hâkim güç” karşısında “yükselen güç” ilişkisine 500 yılı aşan diğer örneklerle ve kendi değerlendirmemle katkı sağlayabiliriz:

Hâkim Atina’ya karşı Spartalılar

Hâkim Roma’ya karşı Persler

Hâkim Doğu Roma’ya karşı Osmanlı Devleti (Kuruluş yıllarında)

Hâkim Tatarlar’a karşı Ruslar (15. yy itibariyle)

Hâkim Endülüs’e karşı Aragon-Kastilya Birleşik Devleti…

Bu döngü “yükselen gücün” her zaman, hâkim, ve aynı zamanda yükseklik kompleksi taşıyan ve rahat olan güce karşı ilk hamleyi, ilk saldırıyı yapması ile başlayarak iki tarafa ağır maliyetle birlikte bir tarafın nihai yıkımı ile sonuçlanmış. Bu döngü aslında tam manasıyla tarihin tekerrürü anlamına geliyor. Zaferler ve başarılar sonsuza kadar sürmediği gibi diğerlerini eline geçebiliyor. Bu döngü çok ilgimi çekit ve bir ayeti çağrıştırdı: “Siz bir yara aldıysanız, karşınızdaki topluluk da vaktiyle öyle bir yara almıştır. Zafer günlerini, bir onlara bir diğerine, insanlar arasında döndürüp dururuz.” (Ali İmran, 140)

Şimdi yine ABD-Çin gerilimine dönersek:

Çin’in ekonomik bakımdan büyümesi ve halkının zenginleşmesi bizleri hiç de rahatsız etmez. İnsanların kendi ülkelerinde huzurlu ve barış içinde yaşamaları kuşkusuz sevindirici bir hal. Fakat Çin devasa nüfusu ve ekonomisiyle hiç de kabına sığma niyetinde değil, ABD’nin dış politikadaki hatalı tercihlerini kopyalıyor. Güneydoğu Asya’dan Orta Asya’ya, Güney Amerika’dan Afrika içlerine kadar diğerleriyle nüfuz alanları kurma yarışında.

Küresel güçlerin kendi çıkarları adına dünyayı nasıl da ateşe verebildiklerini, adalet terazilerinin olmadığını ve dünyayı çıkarlarına uygun şekilde dizayn etme uğruna neler yapabileceklerine defalarca şahit olduk.

Şimdi ise daha vahim bir tehdit ihtimali belirdi. İki büyük gücün dünyayı büyük bir savaş alanına çevirerek bilek güreşi yapmaya kalkışmalarının insanlığa maliyetinin neler olacağını kestirmek oldukça güç. Yine de, nükleer güce sahip, bilinmedik silahları deneyen, uydu trafiği üzerinde ve yakın gezegenlerde hâkimiyet savaşı vermek üzere yarıştıklarını, yapay zekadan uzay teknolojilerine kadar her konuda hiç de barışçıl olmayan amaçlara yöneldiklerini üzülerek sadece izliyoruz.

Bugünlerde ABD akademik çevrelerinde, savaş tahribatı dikkate alınarak yaklaşan kaçınılmazı tersine çevirme konusu tartışılıyor. İki ülkenin “birlikte dünya liderliği” yürütmesi yolunda sınayıcı ve nabız tutan görüşler ortaya atılıyor.

(Devam edeceğiz…)