Her birimizin yaşadığımız süreçlerde memnun olduğumuz şeyler olduğu gibi, memnun olmadığımız şeyler de olur. Alıştığımız dil ve üslup, meselenin bizim gözümüzde nasıl algılandığını ve ne düşündüğümüzü ifade eder. Şikâyet kültürü içinde büyümüş olanlarımız, hemen her şeye eleştirel bir gözle bakıp, eksiği ve yanlışı ifade ederiz. Şikâyet dili ne kadar yumuşatılırsa yumuşatsın can acıtır çünkü içinde “Sen beceremedin, bak şurası olmamış” tarzında eleştiri barındırır. Niyetimiz değişince, kimyamız değişir, buna paralel olarak ta bakışımız, jest ve mimiklerimiz, sözlerimiz değişir. Bütün bu değişenler tabii ki karşımızdakini de değiştirir.
Şikâyet ne işe yarar?
O anda kendimizi rahatlatıp daha sonra da pişman olmamıza sebep olmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Eğer sonucun zarar verdiğini gördüğümüz halde hâlâ pişman olmuyorsak, orada başka bir anlayış yapılanmasından söz etmemiz gerekir. Bu, “Ben ne dersem o doğrudur, ben bilirim sen bilmezsin, şikâyet ediyorsan ya anlamadın ya da beni yanlış anladın” demektir. Bu da, kalbinin gözlerini kapatmış ve aklını bilgi gıdası ile besleyerek büyütmeyi unutmuş olmak demektir.
Her şeyin maksadına uygun yapılması aklın gereğidir
Söz söyleyeceksek bir amacı olmalı. Amaç yıkmak, kırmak, üzmek ise, bunun için plân program yapamaya, düşünerek doğruyu aramaya lüzum yok. Aklımıza estiği gibi konuşursak maksat hasıl olur. Öyle değil de, işe yarasın ve düzelmeye vesile olsun diyorsak, her sözün bir etki gücü olduğunu, ya yapamaya ya yıkmaya hizmet ettiğini bilmemiz gerekir. “Doğrudan nasihat kişiyi yaralar” der, Mevlâna hazretleri. Yapıcı olmak niyetiyle konuşuyorsak ve sonucu iyi olmuyorsa, o zaman hemen kendimizi gözden geçirip dil ve üslubumuzu maksada uygun hale getirmeye çalışmalıyız. Zarar verdiğimizi görüyor ve bunu kendi tarzımızla ilişkilendirmeyip hâlâ karşımızdakileri suçluyorsak, bilelim ki aklımız bilgi açlığından ölmek üzere.
Şikâyetten besleniyorsak bunu sürdürürüz
“Herkes haksız ben haklıyım”, “Herkes yanlış yapıyor bir ben doğruyum” der gibi, hemen herkesi ve her şeyi eleştirmek, aslında bir semptomdur, ve içteki yapılanmanın habercisidir. Bu kimi ve neyi şikâyet ettiğimizden bağımsız olarak, bu kendi iç savaşımızın dışa yansımasıdır. Bu tutum giderek herkes tarafından dışlanmayı da beraberinde getirir ve bize “Hiçbir şeyden memnun olmuyor” demeye başlarlar.
Perdeyi kaldırmadan arkasındakini göremeyiz
Şikâyet perdesi, bizim seçici algımıza verdiğimiz komuta göre, istemediklerimizi kapatır. Oysa belki de asıl görmemiz gerekenler o perdenin arkasındakilerdir. Birisine tepki vereceğimizde, nasıl ki gülümsememiz öfke bulutunun arkasında kalıyorsa, şikâyet ederken de yüzümüzü kimsenin hoşlanmayacağı bir ifade kaplar. Bu hem ifademizi bozar, hem dilimizi bozar hem de ilişkimizi bozar. İlâveten, görmemiz gereken iyi ve güzel yönleri görmemizi engeller. Normal ve saygın bir dil kullanarak, söyleyeceğimiz her şeyi söyleyebilecekken, şikâyet üslubunu kullanmamız, kendimizi gerçeği görmekten, güzel dostluklardan ve güzel geçimli olmaktan alıkoyar. Şikâyet bir perdedir ve onu kaldırmadan kendi güzelliklerimizi bile göremeyiz.