Aynı yolda yürüyenlerin birbirlerine ölümüne bağlılık göstermesi mümkündür. Fakat, 67 yaşındaki bir adamı, yanına aldığı heyula gibi iki adamla döven birisine “bu eyleminde” yoldaşlık etmek nasıl mümkün oluyor? İşte bunu anlamak kolay değil. Çünkü bu bütünüyle psikiyatrinin alanına giriyor.
Halil Sezai, İncir Reçeli filmiyle ünlenmiş, her ne kadar film boyunca da kendi kişisel yaşamında olduğu gibi alkol sorunu yaşayan birini canlandırsa da; AIDS hastası bir kadına duyduğu sevgiyi anlatmıştı. Filmde, hastalığı sebebiyle sevdiğine dokunamayan kişinin yaşadığı aşkın cismani boyutunun ötesine geçen kalp yüceliğine gönderme yapılıyordu. Bu haliyle Halil Sezai’nin belleklere kazınan karakteri son derece naifti. Bu imaj, odunla kapıların kırılmasıyla, tekme tokat ve bol küfürle kalp hastası bir yaşlının hunharca dövülmesiyle yıkılıp gitti.
KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN TEDAVİSİ VAR MI?
İnsan bu. Beşer şaşar. Hele alkolün elinde esir düşmüş bir bedenin, ruhun yüceliğinden sıyrılması hiç de zor değil. Sorun şu ki, yaşlı adamın öleceğini düşünüp, kelime-i şehadet getirmesi üzerine daha da hırslanıp: “Ezan mı okuyorsun” diyerek dayağın şiddetini arttırması, nasıl bir kişilik bozukluğuyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Nasıl olur da bir insan, karşısındaki çaresiz kişinin şehadet getirmesi üzerine pişmanlık göstereceği yerde, daha da öfkelenir?
Halil Sezai’nin Gezi vandalizmine destek vermesi ve konserlerinde Atatürk imgesini bolca kullanması, sergilediği bu kör şiddetin dahi taraftar bulmasını nasıl sağlar? Bu nasıl bir yandaşlıktır ki, insani niteliklerden sıyrılmış, Sezai’nin kendi tabiriyle “hayvani” bir eyleme sahip çıkılmasını gerektirir?
MİNE KIRIKKANAT VE NEVROZLARI
Tuhaf bir güruh bu. Sürekli şiddetten ve yalandan besleniyor. Ne kadar çok sansasyonel üslup kullanırsa, o kadar ilerleme kaydedeceğini düşünüyor. Toplumda kendilerine yönelen tepkileri bile “piar” olarak değerlendiriyor: Tıpkı Cumhuriyet yazarı Mine Kırıkkanat gibi. Bahçeli hastalandığında: “zaten bir ayağı çukurda” diyerek dalga geçiyor; 20 yıldan fazla iş ve eğitim hayatından mahrum kalan başörtülü kadınların acısını ağzını yamultup, tuhaf el-kol hareketleriyle hicvediyor. “İktidara geldiğimizde sizi mağdur edeceğiz” diyerek dindar kitleleri tehdit edebiliyor.
Her cuma hutbesinin hitamı olan “Allah katında tek din İslam’dır” ayetinin kaldırılması gerektiğini hem de CHP lideri Kılıçdaroğlu‘na “ayar vererek” söylemeye cüret edebiliyor.
Elbette, hem bu ülkenin en fazla oy alan ikinci partisinin lideri, hem de kendisi Müslümanlar için “Kur’an’ın tek bir ayeti”nin dahi tartışmaya açık olmadığını biliyor. Üstelik, İslam’ın meşruiyetin kaynağı ve “tek hakikat” olduğunu vurgulayan temel bir düsturdan “nefretle” bahsetmenin Charlie Hebdo’nun çirkin saldırısından bile daha vahim olduğunu da biliyor. Öyleyse neden ısrarla bunu yapıyorlar?
Çünkü tek gıdaları kaos. Yere göğe koyamadıkları Batı’ya daha fazla nasıl hizmet edebilirler ki? Dikkat edin: Fransa ile Adalar Denizi konusunda sıkıntı yaşarız: Fransa’yı haklı görürler. Bütün gün İzmir Marşı okuyup, sonra Yunan’a hak verirler. İHA, SİHA ve uçan araba üretiriz: Dalga geçerler. Karadeniz’de doğalgaz bulunmasına dahi kulp takarlar. Türkiye’deki her güzellik, ülke insanının her başarısı karşısında üzülürler.
Bu bir muhalefet tarzı değil. Doğru olanı takdir etmek, yanlış olana da “ideolojisine, kimliğine, ırkına, cinsiyetine” bakmadan karşı çıkmak çok mu zor?