Bu zamanda insanın kendisini bir diriliş eri olduğuna inandırmak zordur. Bir diriliş cephesi olup, bu cephede kendisini bir er olarak görmek ve buna inanmak, nasıl bir savaş olacağını düşünmeden Necip Fazıl Kısakürek’in değişiyle “Sağına ve soluna bakmadan ben varım diyen bir gençlik!” ile kendisini öne atan, bütün kötülüklere göğüs geren bir gençlik lazımdır ümmete. Günümüz silahlarıyla olmayıp ruhlar arasında bir diriliş savaşına girmek, bu savaşta Batıyı tanımak, Ehli Sünnet’i hedef almış insanlara haddini bildiren bir gençlik lazımdır ümmete. Bir zihniyet savaşına girmek! Bir medeniyet savaşına girmek! İşte bana bu ufku kazandırmıştı Sezai Hoca. Bedenimin, bir ruh savaşının nasıl olacağını bana öğretmişti. Bir ruh silahının nasıl kullanılacağını, medeniyetin nasıl inşa edileceğini önce Batıyı tanıtmak ile olduğunu öğretti. Bu silahın düşmanı nasıl on ikiden vurduğunu öğretmişti. Orucun bir diriliş günü olduğunu Sütun yazısı ile aksettirmişti.
“Ruhum da mutlak âleme başını uzatmalı, oradan soluk almalı, oradan göz ve gönül almalıdır.” cümlesi ile sadece Allahu Teâlâ’dan medet ummamı söylemişti. Ruhun sürekli Allahu Teâlâ’nın huzurunda olduğunu, bu şuurla savaşın kazanılabileceğini öğretti. Benlik duygusuna kapılmamamı, benlik duygusunun beni nakavt edeceğini, savaşı; bu duygu ile gidersem kaybedeceğimi öğretti. Benim bir diriliş elçisi olduğumu bana anlatmak istemişti kitabında. Bir İslam şehri olduğunu ve benim de bu İslam şehrinin bir bekçisi olduğumu bana öğretmeye çalışmıştı. Allahu Teâlâ’nın övdüğü İslam kentini nasıl kuracağımı, ancak bir medrese yolundan geçmekle olacağını anlatmıştı. Allahu Teâlâ’ya inanan ona sığınan insanın özgür olduğunu köle olmadığını öğretti. İnsanın boynuna geçirilen bir yulardan ancak Allahu Teâlâ’nın özgür kıldığını, İnkâr etmenin bir tutsaklık, inançlı bir Müslüman olmanın ise bir özgürlük olduğunu beynime kazımamı istedi. Allahu Teâlâ’ya inanmadan bir insanın yaşayamayacağını, onsuz geçen her saniyemin her dakikamın boşa geçtiğini, şeytanla iştigal ettiğini anlatmaya çalışmıştı. Sesimi neden ve niçin yükseltmem gerektiğini, dünyada yükselttiğim sesin niçin olduğunu açık bir şekilde tarif etmekteydi. Bir insanın yaşamak ve ölmek, mekâna ilişmek, zaman ve mekânla diyalog kurmayı, ancak bu mukaddes İslam inancı ile olduğunu bir taşa kazınan yazı gibi beynimin derinliklerine kazımıştı. Bu yolun bir aşk yolu olduğunu anlattı. Yüreğimi ancak bu aşk ateşinin çarptırdığını madde madde işlemişti Sezai Hoca. Ben de bu yolda ilerlemeyi bir diriliş eri olmayı, Sezai Hoca’nın sözü ile “İnkâr, ret ve kara alışkanlık pürüzlerini kıra kıra” zirveye yükselmeyi hedefledim. Bütün çekilen çilelerin bu zirvede bir güzellik olduğunu anladım. Benim inandığım davanın, Adem aleyhisselam gibi olması gerektiğini, dünyayı küfür diyarı yapmayı hedefleyenin kar topluluklarına karşı Hazreti Nuh aleyhisselamın gemisi olan Ebedî Kurtuluş Sancağı’nı her devletin tam kalbine saplamayı hedefledim.
Davam haktır. Zirve yakındır. Diriliş geliyor. Vesselam…