Dedik ya savruluyoruz! Bu savrulma esnasında aslında hepimiz aslımıza rücu ediyoruz. Üzerlerimize giymiş olduğumuz tüm maddi ve manevi eşyalarda bu savrulmayla birlikte şekil ve boyut değiştiriyor. Bunun tek güzel yanı ise görüyoruz, tanıyoruz ve tanımaya devam ediyoruz.
Başkalaştık, çeşit bir şey olduk. Daha çok menfaatçi, daha az empati, daha çok sinsi, daha az içten, daha çok numaracı, daha az kendimiziz bugün. Hele bazılarımız var ki aceleci, tedirgin, parıltısız ve yarınsız. Kendi kirli yüzlerini hatırlatacak masumlara hiç tahammülleri yok. Diledikleri hayatı kutsayıp diledikleri hayatı bir çırpıda kesip atmak istiyorlar. Kesada uğramasından korktukları ticaretleri, kaybetmekten korktukları sıcak koltukları var. Her şeyin iyisine sahip olmakla yarışıyorlar. Konjonktür diyorlar, sistem diyorlar, koşullardan söz ediyorlar ve onlara benzemenin meşruluğuna inandırmaya çalışıyorlar. Hepsi aslında birer esir, paranın veya parasızlığın değil; içlerindeki o büyük korkunun, kaybetme korkusunun. Kendilerini meşrulaştırmak, hayatlarını temize çekmek için kendilerince bir tanrı hayal ediyorlar. Güçsüz ve yanlarından ayrılmayacak bir tanrıya ihtiyaçları var. Bu bir suç ortağı arama çabası. Yaşamış oldukları fosseptik çukurları bedenlerini çürütene dek bu böyle devam edecek.
Biliyorum şimdi birçoğunuz yukarıda anlatılanları birilerinin üzerine giydirmeye çalışıyorsunuz çünkü hepinizin zihninde bu anlatılanlara uygun kişiler yer etmiştir. Fark etmek insanın canını yakıyor. Bilmek. Anlamak. Görmek. Şimdi başını dik tut ve yürü. Hayatı yeniden kuracak inadın, hayata yeni anlamlar katacak bir asaletin soyusun sen. Sizden aldıkları ne varsa bırakın onların olsun. Yaşam standartları, kariyer planları, hayat sigortaları bırakın onların olsun. Siz artık düşmeyin ve sıkı tutunun çünkü oyun sürüyor… Onları kanayan vicdanları olarak hiç rahat bırakmayın…