Bizler insanlar olarak öğrenme yeteneği ile doğarız. Sevilecek şeyleri, ölçüsünü, genel tarzını ve hayattaki karşılığını ailemiz ve yakın çevremizden görerek, yaşayarak öğreniriz. Anne babamızın kendilerine ait rol tanımları ile evlât tanımları çerçevesinde hayata bakışları ile çerçevelenen bir anlayışı bize sunarlar ve bu anlayış bizde kökleşir. Doğru ya da yanlış, bize verilenlerle düşünür hareket ederiz. Aklı olgunluğuna ve hareket özgürlüğüne kavuştukça, artık bizim tarzlarımız devrede olur.
Sevmek mi önemlidir sevilmek mi? Bir ortamda, bir kadın ya da bir erkeğin eşine muhabbet dolu söz ve davranışlarını gördüğümüzde, “Keşke eşlerimiz de bize böyle davransa” deriz. Acaba kaç tanemiz “Ben de eşime böyle davranmalıyım” dedik? Niye hep iyi bir şeyleri “Karşımızdaki başlatsın ben de onun devamını getireyim” tarzında düşünürüz?
O zaman bu, sevmek değil sevilmek daha öncelikli ve vermek için almanın gerekli olduğu anlayışının hakim olduğu anlamına gelmez mi? Bir şeyi başkasından beklediğimizde ve bu beklediğimiz bizim en temel ihtiyacımıza denk geldiğinde, o beklenti ile ihtiyacımızın kaynağına giderek bağımlı oluruz. İki kuruşluk sevgi kırıntısı için çok zor durumlara düşebilir ve adeta ayaklarının altına paspas olabiliriz.
Sevgi dolu olmak, ulaşılması gereken bir seviyedir Sevme yeteneğini geliştirmiş olanlar, kendisi için lâzım olanı yapar ve karşılıksız severler.
Sevdikçe ufuklarının açıldığını, kapalı damarların açılması gibi sevmenin kendisini onarıp iyileştirdiğini, daha insan daha saygın davranma kapasitesini açtığını görürüz. İnsan olabilmenin en önemli şartlarından birisi olarak gönül taşımak, sevebilmek; olayları gönül aynasından görebilmenin, şefkati, merhameti ve duyarlılığı yaşatmanın tek yoludur. İnsana insanca değer vermenin, insanca davranabilmenin ve saygın bir iletişimin şartıdır sevebilmek. İnsanın özünü sevmektir bu.
Yaradanımızın (c.c) ruhundan üflediği, esmalarından yüklediği ve Allah (c.c) adına yeryüzüne doğru işler yapması için gönderdiği bu şerefli emanete; görevlerini kolaylaştıracak ve yolunu aydınlatacak, kendisini fark ettirecek bir abı hayat suyu sunmak gibidir sevmek. İçindeki karanlıkları dağıtmış, iyilere ve iyiliğe yer vermiştir seven insan.
Birilerinin kendisini sevip sevmemesi, sevgi ile yaşayanı etkilemez. O kendi yolculuğuna bakar. Sevmek fiilinin gönlüne yerleşmesi ve hayattaki her şeye yansıması zaten yeterince ödüldür. Birileri sevmemeyi seçerek kendisini karanlığa mahkûm etmişse, o kendi bileceğidir. “Yağar eser yolcu havasıdır, yolcu yolunda gerek” özlü sözünde ifade edildiği gibi, seven Rabbi (c.c) adına yaptığı ve meleklerin daha niyetine aldığında mükâfatını yazdığı bu insan kalmanın tek şartından vazgeçemez. “Sevmek benim en önemli fiilimdir” der ve yoluna devam eder.