Dokunmak “sessiz ve sözsüz” bir sıcaklık duygusu; ama bazen ‘söz’ de taşıyor.
“Geçti gitti, oldubitti, hep aynı” diye homurdanırken zihninizde yorgun düşünceler ile hemen arkanızdaki kader, sıcacık elini uzatıyor, dokunuyor omzunuza ve zaman kavramını, geçmişten, şimdiden alıp ‘geleceğe’ taşıyor. Bir dünya kalabalığının içinde “iki kişi” kalıyor, bir daha hiçbir zaman asla öyle bir “biz” olamayacak gibi hissediliyor.
Müdanasız bir dokunma ile şiddetli rüzgâr esiyor aşarak tepeleri, rengârenk ışıklarıyla gelip kuruluyor gönül tahtına…
Sevginin önünde kendini olduğundan büyük gösterme çabasına düşmeden, doğal bir eğilim ile ‘olduğu gibi’ varlığını hissettiren dokunma; samimiyet, kibarlık, dostluk, yakınlık ve iyilik içeriyor.
Dokunmak bir başkasının yalnızlığına tutunmak oluyor. Zaman içinde üşüyen insan, bir el sıcaklığıyla ısındığını duyuyor.
* * *
Dokunmak, hayal etmekten büyük oluyor.
Böyle olduğunda bir kuş uçuyor ayaklar altından, zemin seviyesinden…
Kaldırım çizgisindeki pencereler, kapı eşikleri, önlerine eğiliyor.
Tahayyül şaşıyor, bildik ezberler değişiyor. Düşünceler olabildiğince çoğalıyor.
Hangisi gerçek zaman, “düşlerdeki mi yoksa sabah ile akşam arasındaki süre mi” diye sorguluyor insan düşünceler arasında…
Bir ‘an’ kadar süre içindeki bu dokunmak bir “düş ve düşünce” olarak kalıyor sonunda. Dokunup giden her dakika dokunuyor da dokunduğu karşılık veremiyor.
Erişilmez olana dokunmak imkânsızlığa ulaşmaktır çünkü; düşlere dokunulur mu?
* * *
Gün içinde kim bilir kaç defa sıcak, soğuk, sert veya yumuşak bir nesneye temas eder gibi dokunduğunda herhangi bir omuza, aslında onun kalbine değdiğini bilmiyor değen...
Ama her şeyden öte gerçek aslında şu ki; fiziksel olarak temas edilenlere psikolojik olarak da hep “daha yakın” hissediliyor, ‘samimi duyguları’ artırıyor.
Tüm kötülüklere karşı ‘sihirli zırh’ kuşanır gibi, ruhu kirleten her şeyden arınmak oluyor sade bir omuza dokunmak…
Bir duyu, birçok duygu; en çok da “sevgi” barındırıyor.
Dokunmak ‘sevgi dili’ oluyor, sevginin “en güzel” ifadesi oluyor, kelimelerin anlatmaya yetmeyeceği sözleri ufacık bir temas yaşatıyor insana, halka halka yankılanıyor sesi parmakların değdiği omuzda; “Aramızda dağlar, denizler de olsa ben omuz başındayım” diye belli belirsiz mırıltı ile…
Sevgi, avuç içinden çıkan sessiz bir ezgi gibi yükseliyor; hiç kimse duymuyor.
Kim dokunduysa, yalnız ‘ona ait’ hissettiriyor. Sevmenin “katı hâli” oluyor dokunmak…
Böylece bazı şeyler “ruhunuzun parçası” olarak kalıyor.
Çünkü martılar, her zaman konmuyor insan omzuna… “Güven” gerekiyor.
Sevmek dokunmaktır, dokunmak incelik!
İmzadır dokunmak, taklit edilemez. Her dokunuş insanda, farklı iz, tat, duygu bırakıyor.
Tıpkı bir yerden bir başka yere ulaşmak için kanat çırpmaktan çok öte bir şey olduğu gibi uçmanın…
Başka nedenleri de oluyor kanatlanmanın; mesela bir omuza konmak, soluklanmak gibi…
Sahi sizin omzunuza hiç kuş kondu mu?