İnsanlar “aidiyet” ihtiyacı ile bir şeylere inanıyor, bir şeyler için savaşıyor, hatta hayatını veriyor.
Sonra uğruna ömrünü verdiği şeyler, zaman içinde sorular ile kuşkular ile gözlerinin önünde eriyip gidiyor.
Elleriyle diktiği, bakıp büyüttüğü, çiçeğe durmuş fidanların tam meyve verecekken kökünden kesildiğini görmek gibi bir duygu…
İsyan ediyorsun; yeniden başlamak, fidanları yeniden dikmek, yeşertmek, büyütmek, haklılığını ispatlamak istiyorsun. Sonra bakıyorsun ki gücün yok, o zaman umudunu yitiriyorsun ve yaşlandığını anlıyorsun.
* * *
Hep eski günlere dönmek istiyoruz; içimizde dalga dalga kabaran bir hasret ile… Sanki yeni hep çirkin, çok daha acımasız, daha ilkelmiş gibi…
Geçmiş ile dertlenmek, kendimizi yalnızlaştırmak ve zamana direnmek acıları çoğaltıyor.
* * *
“Anı yaşamak” ile yetinmek mümkün mü?
Peki bu dünyadan gelip geçtiğini göstermek, kendisinden sonraya bir şeyler bırakmak “ihtiyacı” ne olacak?
Hayatın anlamı sadece yaşamak değil, nasıl yaşadığındadır galiba. Hasta yatağındakilere sor mesela, yaşamak mı “hedefler” mi?
* * *
Ölümü de acıyı da paylaşamazsınız. Herkes yaşarken kendi acısıyla yalnızdır. Ve herkes bir gün “kendi kendine” ölür.
Sevinçler ortak, acılar yalnızdır.
Kim bilir insan önce kendisini tanımak zorundadır belki de önüne çıkan dertlerle baş edebilmek için… Çünkü kalbin, aklın tanımadığı gerçekleri vardır aslında, “aidiyet” dedikleri…
Sahi kendisini tanıyabilir mi insan yoksa en çok kendimize mi yabancıyız?
* * *
Fotoğraflar, her şeyi ‘olduğu gibi’ göstermezler. Acılar karelere sığmaz mesela. Tıpkı sahnedekiler gibi, hayallerinizi besleyen yüzlerdir fotoğraflardakiler.
Aşkta da inançta da soru sormaya başladığınızda büyü bozulur. İnananlar ve âşık olanlar “olduğu gibi” benimserler; böyle yaptıkları için de huzurludurlar. Doğruluğu sorgulamaya başladığınızda “güven” duygusu yıkılır.
Sonra fidanları yeniden dikmek, yeşertmek, büyütmek için yeniden gücün, umudun ve zamanın olmayabilir.
“Anı yaşamak” ile yetinmek mümkün mü?
An güzelliği, yaşanan duygu yoğunluğu elbette güzeldir. Ama sevgiyi sorgulamaya, kuşkulanmaya gelmez. Duygular yorulur, insanın içi yaşlanır. Yalnızlaşırsın, ölüm gibi…