Geçtiğimiz günlerde saçma bir çocuk tartışması üzerinden sosyal medyada şeriat tartışması başladı. Daha sonra da 14 kişiden oluşan bir grup, şeriat ile ilgili bir basın açıklaması yaptılar. Bazıları bu bildiriyi kınadılar, bazıları alkışladılar ama istenen gündem oluşmadı onlar için.
Rabb’imiz buyuruyor ki:
“Sonra seni (ya Muhammed!) emr(imiz)den bir şeriat üzere kıldık. Sen ona tabi ol, bilmeyen (cahil)lerin isteklerine tabi olma!” (Câsiye, 18)
Sözlükte şeriat; gidilen yol, geniş cadde demektir. Din de ise insanların kişisel ve toplumsal olarak yaradılış amacı doğrultusunda düzenli ve huzurlu bir şekilde yaşamaları için Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu evrensel kanunlara, şeriat ve şeriatla ilgili kurallara da şeri hükümler denir.
Şeriatın iman ve inançla ilgili bölümüne itikat; namaz, zekât, oruç ve hac gibi amelle ilgili bölümüne ibadet; evlenme, boşanma, nafaka ve iddet gibi aile hukuku ile ilgili bölümüne münakehat; ticaret, şirket, kira, borçlanma, miras ve faiz gibi sosyal hükümlerle ilgili bölümüne muamelat; hırsızlık, gasp, zina, iftira ve sarhoşluk gibi cezalarla ilgili bölümüne de ukûbat denir.
Şeriat, göklerin ve yerin tek egemeni; bütün âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu evrensel kanunlar olduğundan bir ülke meclisinin çıkardığı kanunlar gibi sadece o ülkeyi değil, bütün ülkeleri kapsar ve akıllı olup erginlik çağına eren bütün insanları bağlar.
İslam şeriatının kaynakları: Şeriat hükümleri; kitap, sünnet, icma ve kıyastan başka ferî deliller adı verilen istihsan, maslahat, örf, önceki şeriatlar, sahabe kavli, istishab gibi delillere dayanılarak müctehitlerce bir sistem hâlinde açıklanmıştır. Ebû Hanîfe (ö. 150/767), Şâfiî (ö. 204/819), Mâlik b. Enes (ö.179/795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)’in temsil ettiği fıkıh ekolleri şeri hükümleri bir bütünlük içinde sistemleştirdiler. Ana prensipler ortak olmakla birlikte ayrıntılarda farklı yaklaşım, tefsir ve teviller İslam hukukuna esneklik kazandırdı. Böylece çeşitli ülke, yöre ve kültür yapısı içinde yaşayan müminler, bu esnekliklerden yararlanarak tercih ettikleri yönde İslam’ı yaşama ve uygulama imkânı buldular.
İnsanların şeriata uymaları zorunlu mu?
Şeriat, Allah’ın (Celle Celalühü) kanunları demektir. Biri fıtrat ve diğeri şeriat olmak üzere Allah’ın (Celle Celalühü) iki çeşit kanunu vardır. Fıtrat kanunları uygulamada irade dışı olduğundan; canlı ve cansız, bilinçli ve bilinçsiz bütün varlıkları kapsar. Şeriat kanunları ise uygulamada iradeye bağlı olduğundan, sadece akıllı ve bilinçli varlıkları kapsar.
Kâinatın yaratıcısı Rabb’imiz buyuruyor:
“Kuşkusuz Rabb’iniz gökleri ve yeri altı günde (dönemde) yaratan, sonra arşı hükmü altına alan, geceyi peşi sıra gelen gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah’tır. Biliniz ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabb’i olan Allah ne yücedir!” (A’râf, 54)
Dünya, ay, güneş, yıldızlar ve galaksiler Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu çekim, denge ve düzen gibi fıtrat kanunlarına boyun eğip takdir edilen belirli yörüngelerinde dönerken ve Allah’ı (Celle Celalühü) sürekli hamd ile tesbih ederken yüce Allah buyuruyor:
“İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyâme, 36)
Fiziksel açıdan en güzel bir şekilde yaratılan, akıl ile bilinçlendirilen, ruhla sonsuzlaştırılan ve o güzelim cennete aday olan insan; Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu çekim, denge, düzen, kimya, fizik ve biyoloji gibi fıtrat kanunlarına tam teslimiyetle uyduğu gibi; ırkı, rengi ve dili ne olursa olsun, akıllı olup erginlik çağına eren, erkek ve kadın bütün insanların Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu şeriat kanunlarına da tam teslimiyetle uymaları zorunludur. Çünkü mahşer yerinde sadece şeriat kanunları geçerli olacak ve sorgulamayı Allah (Celle Celalühü) yapacaktır. İşte kim bu fâni dünyada şeriat kanunları doğrultusunda yaşarsa orada yüzü gülecek ve sonuçta o güzelim cennete kavuşacak!..
Ya uymayanlar?
Yüce Allah buyuruyor:
(Ey Habibim!) Bir hanîf (ehl-i tevhid) olduğun hâlde yüzünü dine, Allah’ın fıtratına (tevhid dinine) çevir ki; O (Allah) insanları bu fıtrat üzere yarattı. (Rûm, 30)
Allah’ın (Celle Celalühü) takdir edip beyinsel yapılarına yüklediği programın (içgüdülerinin) yani doğal yaşam koşullarının dışına çıkan hayvanların dengeleri bozulduğu gibi; gönül ve ruh gibi içgüdüleri İslam fıtratı üzere yaratılan insanların da İslam fıtratının ve şeriat kanunlarının dışına çıkınca manevi dengeleri bozulur. Sonra gönül darlığı, sıkıntı ve huzursuzluk derken söz konusu durum ruhsal bunalıma dönüşür. İşte şeriatın genel çerçevesi budur ki; her ümmetin kendi şeriatı vardır lakin esas olan “şeriat-ı garra”dır, o da İslam’dır. Vesselam…