Sergi nesnesine dönen kültür

Abone Ol

Kültür sözcüğü Latince ‘cultura’dan gelir. Cultura, inşa etmek, işlemek, süslemek, bakmak anlamlarına gelen Colere’den türetilmiştir. Örneğin Romalılar, ‘mera işlenmesine’ agri cultura demişlerdir. Türkçe’nin Batı dillerinin etkisine girmeden önce kullanılan ‘hars’ sözcüğü ise Arapça’dır ve “tarla sürmek” anlamına gelir.

Kültür kelimesinin etimolojik kökeninden sonra bir de tanımına bakarsak, üç aşağı beş yukarı şöyle bir tanım çıkıyor karşımıza:

“Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde üretilen bütün maddi, manevi değerler ile bunlarıüretmede, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsalçevresine egemenliğininölçüsünügösteren araçların bütünü.

Kültür üzerine sayısız tanım yapılabilir. Kime mikrofon uzatsanız, herkes kendi tanımını yapacaktır kültür hakkında. Etimolojik kökeninden habersiz olsa da, yaşadığı şey olduğu ve içinde bulunduğu için kültür hakkında söyleyecek bir şeyleri olur herkesin.

Ben, kültürün ne olduğuna girmeyeceğim burada, hele de tanımını yapmaya hiç çalışmayacağım. Benim derdim kültürün kuşa çevrilmesiyle ilgili. Kültürün medeniyet bilinciyle bağının kopartılmasıyla. Kültürün müzelere, galerilere hapsedilmesiyle.

Vaktiyle Mimar Sinan’da okurken, sanat sosyolojisi dersinde hocamız, Türkiye’de kültür merkezlerinin 1970’lerden sonra açıldığından bahsetmiş ve Batı toplumlarına göre ne kadar geç olduğundan yakınmıştı. Klasik, Batılı toplumlardan geride kaldık masalının bir başka versiyonuydu bu. Ben de kalkıp itiraz etmiş ve şu mealde bir şeyler söylemiştim:

“Kültür merkezlerinin Türkiye’de 1960-70’lerde açılması, yaşanılan sosyo-kültürel değişimlerle alakalıbir durumdur.

Devlet mekanizmalarıplanında 200 yıldır baş gösteren Batılılaşma evreleri, Cumhuriyet sonrasında baskı politikasıyla bile sivilleşmeyi başaramamıştı. Yani devlet Batılılaşmıştıama halk hala İslami-özgün kimliğini koruyordu. 1950lerde iktidara gelen Demokrat Parti ve Menderes tecrübesiyle ise durum değişmeye başladı.Çünküiçerden biri profiliçizen ve İslami değerlere mesafeyi azaltan Menderes tecrübesiyle, Batılı kurum ve argümanlar halk tarafından içselleştirilmeye başlandı. Bu durum, mimariden sanata, ilişki biçimlerin sosyalörgütlenmelere kendisinde yansıma buldu. Mesela insanlarımızın, tamamen İslami hassasiyetler ve kadim Türk geleneklerine göre organize edilmiş ve içinde kültürünüretilip nesilden nesile aktarıldığıTürk evlerini bırakıp, apartman dairelerinde yaşamaya başlamasıbu devirde gerçekleşir. Dahaöncesinde ekabirlerin tercih ettiği bu durum artık halk nezdinde de yerleşmeye başlamıştır. Batılılaşma hikayesinin halk nezdinde karşılık bulmasıyla beraber, kültür merkezi ve benzeri kurumlar için gerekli ortam oluşmaya başlamıştır.Çünküboşa kurşun sıkılmayacak ve açılacak mekanlar insanıetkileyerek kendine çekecektir artık.

Sivil Batılılaşmaöncesinde ise, kültür merkezlerine ihtiyaçyoktur. Böyle bir şeyi metazoriyle benimsetmek de mümkün değildir.Çünkükültür dediğimiz şey, insanların muhatap olmak için gidip gördükleri bir şey değildir. Bizzat yaşayaraküretilen ve doğal mekanizmalar yoluyla aktarılarak varlanan bir seyir biçimidir kültür. Ne zamanki buözelliğini kaybetmeye başlamıştır, işte o zaman kültür merkezleri açılmaya başlanmıştır Türkiyede.

Hoca bu cevabıma itibar etmeyip, hala “geç kalındı” diyerek müstemleke mantığını yürütmeye devam etse de durum bundan ibaret kanımca.

Kültür dediğimiz şey, Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesiyle sergi nesnesine dönüşmeye başlamıştır tarihte. İşgal ettiği Mısır’da antik dünyaya dair sayısız nesneyle karşılaşan ve sömürgeci mantığıyla iştahı kabaran Napolyon, birçok kültür nesnesini Fransa’ya kaçırmıştır. O kadar nesneyi sergileyecek bir yere muhtaç olmasıyla da, bugünkü müze dediğimiz alanların fitili ateşlenmiştir. Sadece ekonomik istihsallerin değil, aynı zamanda kültür-sanat sömürücülüğün de şahikası olan bu durum, dalga dalga yayılmaya başlayınca, dünyanın dört bir yanında müzeler ve kültür merkezleri peyda olmuştur.

Müze ve kültür merkezleriyle kültür-sanat denilen şey artık bir sergi nesnesidir. İnsanların gelip baktıkları, ama oluşum süreçleri hakkında en ufak bir tecrübe edinmedikleri merkezlerin nesnesidir kültür. Halbuki yukarıdaki etimolojik kökenden kültürün bütün tanımlarına, yaşanmayan şeyin kültür olamayacağıaçıktır. Kültür sergilenen bir şey değil, toprağın sürülerek ekinin yetiştirilmesi ve insanların doyurulmasıgibi, yaşanan bir şeydir. Kolektif bilinçle milletlerin, kendilerini var etmelerini temsil esen şeydir kültür. Ama bugün kültür yaşanmıyor. Aksine, sayısız sergiyle insanlara sunuluyor. Evimizde nefes almayan kültür, müzelerde gözümüze sokuluyor. Menülerde çıkıyor karşımıza kültür. Festivallerde, şenliklerde. Hatırlamaktanöteye gitmiyor. Bir anlık ego tatmininden fazlası olmuyor. Modern kültür denilen ve motorunun hız olduğu yaşam biçiminden bir an sıyrılıp muhatap olduğumuz bir şeydenöteye gitmiyor.

Böylesi bir durumda kültürden bahsedebilir miyiz gerçekten? Binlerce yıllık mirasın hülasası olan, bir şeyi yapma biçiminizi temsil edip atalarınızla ünsiyetinizi temsil eden kültür gerçekten var mıdır sergilerde? Sergilenen kültürle sizin alakanız var mıdır? Yılda bir yaptığınız etkinlikler ve gidip gördüğünüz nesnelerle ne kadar yaşatılabilir kültür? Bugün hangi kültürel geleneğimizin diriliğinden bahsedebiliriz? Nostaljinin ötesine geçen ve damarlarımıza kan pompalayan kültür örüntülerden bahsedebilecek olan var mı?

Aynı şekilde sanat! Kültürün en güçlü gösterisi olan sanat!

Hayatımızda nerde ve ne kadar var? Sergi sergi koşturduğumuz alanların dışında, geçtiğimiz sokaklar, oturduğumuz daireler, yemek yediğimiz kaplar, kıyafetler, davranış biçimlerimiz… Hangisinde sanatın inceliği ve güzelliğin dışa vurumu var? Sanat da bugün kapalı ve gizemli alanlara hapsedilmiş durumda değil mi? O’doherty’in dediği “beyaz küp’lerin”(modern sanat galerisi) boyunduruğunda esir değil mi sanat?

Ne kültür ne de onun çocuğu sanat, bir sergi nesnesi değildir. Kültür, okuduğumuz ve yaşadığımız her şeyden arda kalanlardır. Bizim ardımızda, bizden sonraki nesillerin de aklında kalanlardır. Aklından ellerine doğanlardır. Sanat bu doğumun çocuğudur ve hayata neşe saçan, hayatı tedavi eden bir güçtür. Her şeyde karşımıza çıkan bir oluş biçimidir sanat. Hapsettiğinizde öldürdüğünüz Zümrüd-ü Anka kuşudur sanat.

Not: Bu yazı vesilesiyle kültür merkezlerine ve sanat galerine düşman olduğum anlamınıçıkaranlar olursa, bilsinler ki, ne müzelere ne de kültür merkezlerine düşmanım. Ama bu yazıdan o anlamıçıkaracaklara düşmanım.