“Dünya iyi insanların yüzünden dönüyor demiş miydim daha evvel sana?” Dedim sanırım. Ama şu da var her şey değişir, iyilik değişmez.
Değişmek diye bir şey var cânım kâri. Her vakit bir şeyler söylediğimiz, şikayetlendiğimiz, kabul edemediğimiz değişmek diye bir şey var. Her kişi zamanından şikâyet eder ben de biliyorum. Ama ne vakit şöyle bir tenhada oturuversek bizden yaşça büyük abilerle her cümlenin sonu “değişti” ile bitiyor. Hep değişenden şikayetleniyor abiler. Kabullenemiyorlar belki de bilmiyorum ya da belki özlüyorlar bir şeyleri. Ve aslında ben onları şimdi şimdi anlıyorum. Zira ben de onların kurdukları cümlelere benzer cümleler kuruyorum şimdilerde. Değişmek değil de değiştirmek istiyorum bir şeyleri sanırım. Ya da dünyanın bu başkalaşmasına, farklılaşmasına, benim kabul ettiğim halinden bir başka hal almasına direniyorum. Eskiyi özlediğimi sanıyordum evvelden ama yanılmışım, özlediğim şey eski değil ben kendi dünyamı özlüyorum, her günün bir önceki gün gibi olmasını istiyorum. İşte tam da bunun için söylüyorum “herkesin dünyası kendi kadardır” diye. Yok, doğrusu şöyle olacak: “Herkesin dünyası derdi kadardır.”
İşte ne vakit otursak abilerle bir çay içimlik, tahta masanın etrafında hep bir “dünya değişti” muhabbeti dolaşıyor. “Değişmedi” diyesim geliyor duruyorum. Zira eskide bulduğumu yenide bulamıyorum. Bursa’da bulduğumu Ankara’da bulamadığım, Beyazıt’ta bulduğumu bilmem hangi yeni semtte bulamadığım gibi. Artık ben de kabul ediyorum. Ve zannediyorum ki insan büyümüyor ya da yaşlanmıyor, eskiyor belki de. Ama eski yeniden daha güzel geliyor bana her vakit. Ve o masada çaylarımızı yudumlarken güzel abilerimin gözlerinde bulduğumu hiçbir yerde bulamıyorum çoğu zaman. Ben de onlara benziyorum.
Değişmek diye bir şey var kâri. Hem de hayatımızın en orta yerinde duran ve istesek de istemesek de mecbur bırakan bir şey var. Bazıları bunun karşısında direnmeye gayret ediyor bazıları değişen her neyse hemen kabul ediyor. Ben ikisini de reddediyorum. Değişmeye karşı da değilim ama her değişikliğe hayran da değil. Kökü kuruyan ağacın öleceğini bildiğim kadar yeni yaprak veremeyenin de yaşamayacağını biliyorum. Ve bir yudum alırken çayımdan Yahya Kemal’i hatırlıyorum;
Ne harâbîyim ne harâbâtîyim
Kökü mazide olan âtîyim
Böyle söylemek istiyorum, böyle yaşamak ve bütün bir yazı boyunca anlatmaya çalıştığımı tam da böyle bir beyitle anlatabilmek istiyorum aslında. Ama bir kardeşimin sesi bölüyor hayalimi, çayımın soğuduğunu fark ediyorum, bir yudum daha alıyorum onu dinlerken;
-“Sen de değiştin be abi!” diyor bana. İçten içe gülüyorum aslında.
-“Hayır kardeşim” diyorum yanılıyorsun, değişen ben değilim, dünya değişiyor, hayat değişiyor, mecburiyetler ve mesuliyetler değişiyor.
Sonra bilmem ne zaman, nerede tanıştığım, konuştuğum ya da belki sadece hayal ettiğim bir derviş konuşuyor zihnimde.
-“Dünya ne kadar çok değişiyor” diyorum dervişe.
-“Hayır” diyor “yanılıyorsun, değişen dünya değil sensin.”