Kudüs denince, müminlerin aklına gelen büyük devlet reislerinden biri Selahaddin Eyyübi, kuşkusuz… Büyük komutan, büyük lider. Fütuhatı meydanda. Tekrar tekrar okumak, irdelemek, anlamak iktiza ediyor. Kimlere, hangi kliklere ve hangi düşmanlara karşı ne amaçla mücadele verdiğini şuurlaştırmamız lazım. Fakat bunu yaparken de meselelerin kabuk kısmında tıkanıp kalmamak gerek.
Zira Selahaddin Eyyübi’yi, kronolojik sığ övünmelere indirgemek; ona ve ömür boyu uğruna savaştığı mukaddes değerlere ihanet etmektir. Noksan bir bakıştır. Derinliği yoktur.
Onun mübarek şahsiyetini, şemailini ve asli dertlerini de izanımıza mıhlamamız gerekiyor. Nitekim bu idrakte temellenen bir anlayışın, tarih perspektifimize muazzam bir derinlik ve kişilik katması kaçınılmaz olacaktır…
Bence mevzuumuzun anahtar bahislerinden biridir; Selahaddin Eyyübi, haçlılar ile mücadele etmenin yanında, sapık itikatlı Fatımilerin ihanetleriyle de uğraşmıştır.
Teferruatına girmeden Fatımilere değinelim. Bu sapkınlar, 3 asra yakın bilfiil ehl-i sünnet Müslümanlara zulmetmişler, halka zorbalık ederek yağmaladıkları mallarla devletlerini zenginleştirmişlerdir. Geniş çaplı stratejilerle bozuk fikirlerini dünyanın dört bir tarafına yaymışlardır. Vaktiyle Abbasi halifeliğini kabul etmeyerek İslam birliğini parçalamışlar, zaman zaman birçok Müslüman memleketine karşı haçlılarla ittifak kurmuşlardır.
Özünü Mecusilik ve başka batıl dinlerin safsatalarına göre şekillerinden Bâtınilik inancını benimsemişlerdir. Örneğin Haşhaşiler, Bâtıni fırkasının bir koludur. Bâtıniler sapkınlıklarının niteliklerine göre daha başka isimlerle de anılırlar. Sayısız sapkınlıklarının yanı sıra, Kur’ân-ı Kerîm’in yalnızca bâtıni manasına önem verip, onu da kendi bozuk fikirleriyle yorumlamaları meşhurdur. Ayrıca Eshab-ı Kiram’a (aleyhimürrıdvân) düşman olup, onlara hakaret ve iftira etmek melanetiyle meşgul olmuşlardır. Takiyecidirler. Kendi medreselerinde ‘’Dai’’ denilen münafıklar yetiştirip, insanların itikadını bozmuşlar, çok kere Müslüman milletler ve devletlerin arasına nifak sokmuşlardır… (Hatta zihnimizde daha iyi resmedebilmek için, Fetullah Gülen Terör Örgütü’nün tepeden tırnağa işleyiş prensiplerini, Bâtınilik faaliyetlerine somut ve güncel bir örnek olarak gösterebiliriz.)
Demem o ki…
Selahaddin Eyyübi, Fatımi devletini yıkarak o dönemde çığ gibi yayılan bidat illetine keskin bir neşter vurmuştur. Bu, şecaat ve basiret ile perçinlenmiş bir şuurun, bir hassasiyetin neticesidir. Kudüs’ü geri alan, papayı kahrından öldüren, mutlak hakikatin sancağını ileriye taşıyan da; iste bu şuur ve hassasiyettir.
İslam ülkelerinin tümünün tarihine bakın, şaşmaz şekilde huzur ve refahın; devlet yönetiminde ve halk nezdinde ehl-i sünnet itikadının hâkim olduğu zamanlarda zirveye çıktığı görülecektir. Tarih okumalarında, bu ince detayı göz artı etmeyen bir mümin feraseti şarttır.
Hakkı sancaklaştırıcı, şuuru ve hassasiyeti kimlikleştirici kudretli cereyanlar tesadüf eseri zuhur etmiyor tabii. Bu bir edep, disiplin, irfan ve estetik meselesi… Topyekûn bir medeniyet mayasının tezahürü…
Şöyle ki; Selahaddin Eyyübi’nin çocukluğu fevkalade bir eğitim ve terbiye ile geçmişti. Zamanın kıymetli ehl-i sünnet âlimlerden dersler almış, fıkıh ve hadis-i şerif hususlarında ilerlemişti. Kur’ân-ı kerimi hıfzetmiş, fıkıh ilminden Tenbih ve şiir sanatından da Hamâse kitaplarını ezberlemişti. Zamanının fıkıh âlimlerindendi. Tekebbürden uzak, her daim adil olmaya gayret eden, meclislerinde devamlı farklı ilimlerden âlimler bulunduran, naif, nazik, hoşgörülü, intibah ehli bir devlet reisiydi.
İşte, O’nu hami-i İslam kılan vesile de, mayasının kıvamındaki tekâmül cevheridir.
Bugün, tartışıp dert edindiğimiz birçok sosyo-politik meselenin çaresi de; devlet ve birey çapında öz mirasımız olan bu eşsiz mayayı yeniden bulmak, bulanıklığından arındırmak ve pak bir halde yeniden yoğurmaktır.