Daha dün idi bir Ramazan ayını uğurlayışımız. Ne kadar da çabuk geçiyor günler! Bir su misâli akıp gidiyor.
Mümkün müdür günleri tutabilmek? Ya da gidenleri geri getirebilmek?
İnsanın üzerinde durması gereken en önemli şeylerden birisi de, işte bu zaman dilimidir. Zîra onunla kazanılacak âhiret âlemi. O sonsuz ve ebedî hayat. Bu anlamda o, nakitlerin en kıymetlisidir. Eskilerimizin “vakit nakittir” demeleri de bundan olsa gerek…
* * *
Ramazan ayı, Kur’an ayıdır. İnsanlığı hidayete götürme vazîfesiyle gönderilen Kur’an, bu ayda nâzil olmuştur. Zaten Ramazan ayının şerefi, kıymeti ve bereketi de O’ndan gelmektedir. Rabbimiz bu gerçeği şöyle ifade buyurur:
“O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hakkı bâtıldan ayıran, hidâyet rehberi açık deliller halinde bulunan Kur’an onda indirildi.” (2 Bakara 185)
Hakkı bâtıldan ayıran Kur’an’a tâbî olmak, insanın hem dünyasını ve hem de âhiretini tanzim etmiş olacaktır. Bu ise arzu edilmesi ve hedef olarak belirlenmesi gereken yegâne hakîkattir. Biz insanlar böylesine büyük bir kıymeti göz ardı etmek sûretiyle yaşıyorsak, kendimize ne denli büyük bir zulüm yaptığımızı çok iyi bilmeliyiz. Öyle ya; insan niçin geldi bu dünyaya?
* * *
Ramazan ayıyla insan hem bedenen hem de rûhen yenilenir âdeta. Maddî bünyede nice güzel olgular meydana gelirken, gönül dünyasında da farklı ve tatlı hissiyatlar yaşanır. Bu da insanın maddeden ibaret olmadığını açık ve net olarak ortaya koyar. Belki aylardır yaşamadığı, âdeta unuttuğu kalbî lezzetleri bu günlerde yaşar insan.
İnsan böylesi bir ruh dünyasına oruç ibadetiyle adım atar.
Aç ve yetimleri gördükçe gönüldeki rikkati artar.
Onlara kol-kanat germe çabasıyla, verebilmenin o en güzel ayrıntılarına kulaç atar.
Varmış olduğu secdelerle “kul olma”nın şuurunu yakalar.
Sonra da şükretmenin ya da şükretmek gerektiğinin özellikle altını çizer.
Ve gafletine, o Rabbini ve nîmetlerini unutup da gelip geçici, aldatıcı dünya meşgalelerine acı bir tebessüm atfeder.
İşte böylesine güzel günlerden ibarettir Ramazan Ayı.
O’na Doğru
Evet. Bir Ramazan ayının daha eşiğine geldik. Onun gölgesi çoktan düşmüştü üzerimize. Efendimiz’in (sav) ona hazırlanışlarını hepimiz bilmekteyiz. O ki, kulu yenileyen bir başka hakikat ve bir başka nimettir. Kullar olarak bizler bu nimetin kadrini bilmek mecburiyetindeyiz. Zira insan ömrü çok kısadır. Nefislerimiz çok uzun göstermeye çalışsa da o, âhiret hayatının yanında bir hiçtir. Bu mana Kur’an ve Hadislerde çok geniş anlamıyla ortaya konmuştur.
O ki; kelime anlamı itibariyle de günahları yakan derûnî, manevî bir ateştir. Bu ateş günahları yakarken sevapları da artırır aynı zamanda.
O ki; insanı madden ve mânen temizleyen en güzel ummandır. Ne suyu tükenir ne de sabunu. Yeter ki insan o ummanda yıkanıp arınmayı arzu etsin.
O ki; fakirle zenginin bir araya geldiği bir tahttır. O tahtta kavga yoktur, paylaşmak vardır, kucaklaşmak vardır.
O ki; açları doyuran, açıkları giydiren, dargınları barıştıran ve adeta iyilik üreten bir fabrikadır.
O ki; gönülleri Hakk sevgisi ve muhabbetiyle dolduran ve ilâhî hazineyi taşıyan bir lokomotiftir.
O ki; beden binitinin yıllık bakımını yapar. Fazlalıkları alır, eksikleri tamamlar.
O ki; onda Kur’an vardır. Kur’an’ı taşıyan aydır o. Aslında Kur’an’dır ona hayat veren. O da bu manayı çok iyi bilir ve ona gereken ihtimamı gösterir. Bunun içindir ki onun içine girenler, Kur’an’la meşgul olurlar. Okur, okutur ve manasınca yaşamaya çalışırlar.
O ki; teravih kervanlarını da taşır akşamlarında. Sanki bir seyahate çıkar gibi sevinç rüzgârları estirir adeta. Bir rahatlıktır onlar. Nefes aldırır adeta kullara. Huzur ve sükûnet verir gönül âlemlerine…
O ki; top ve ezan seslerini bekletir her akşamında… Tatlı bir heyecan içerisinde… Ne güzeldir o bekleyişler! Hele çocukken… Unutulur mu o iftarlar? “Nasıl da güzeldi onlar” dedirtir sonraları.
O ki; onun kadrini bilmemek mümkün mü? “Bin aydan daha hayırlı olan” Kadir’ini… Görmemek mümkün mü Allah’ın bu kullara rahmetini? Aranır o son on gününde…
O ki; o bir sabır denemesidir. Ölçülür kullar o ay sabır ve şükrüyle.
O ki; bambaşka bir güzeldir o… İftarıyla sahuruyla… Teravihi ve orucuyla…
Onunla güller açar gönüllerde… İbadet hazzı alınır seherlerde. Çiçek çiçek kokular saçılır günlerinde…
Başı rahmettir onun… Ortası mağfiret ve sonu da cehennemden âzâd… Zira şeytanlar zincire vurulmuş, cehennem kapıları kapanmış, cennet kapıları ardınca açılmıştır. Kapısı Reyyan adıyla beklemektedir oruçluları onun… Cennet Bayramı yapılır sonunda…
Bunun içindir ki “Şehr-i Ğufrân” adını almıştır o Şehr-i Ramazan!
Evet, kaç Ramazan kaldı hayatımızda biliyor muyuz?
Şimdi bir daha geldin bizlere bu güzelliklerle ey Şehr-i Ramazan!
Hoş geldin, safalar getirdin bizlere!
Ramazanımız Ramazan olsun, gönüllerimiz Allah ve Rasûlü sevgisiyle dolsun!
Kılacağımız ilk Terâvihimizle, kalplerimiz ferah bulsun!
***
ŞEHR-İ ĞUFRÂN
Seni beklerdik ey Ramazan!
Geldin mi yine Elhamdülillâh!
Adına demişler Şehr-i Ğufrân,
Bağışlanırız Elhamdülillâh!
Hasta idi gönüllerimiz,
Devâ buldu Elhamdülillâh!
Susmuş idi dillerimiz,
Söyler oldu Elhamdülillâh!
Bekler idi fakirlerimiz,
Geldin artık Elhamdülillâh!
Gülecek yine yüzlerimiz,
Şükür olsun Elhamdülillâh!
Bir başka Teravihlerin,
Kazançlıyız Elhamdülillâh!
Ne güzeldir Oruçların,
Tutarız Elhamdülillâh!
Yer, yedirir, ikram ederiz,
Coşkunla Elhamdülillâh!
Hayır, hasenata koşarız,
Sevdanla Elhamdülillâh!
“Kadr”ini bilir, severiz,
Aşkınla Elhamdülillâh!
“Bin aydan hayırlıdır” deriz,
İhya ederiz Elhamdülillâh!
Kur’an’dır sana hayat veren,
Okuruz Elhamdülillâh!
O’nunla amel ederiz,
Hayat buluruz Elhamdülillâh!
Kucaklaşırız dostlarla,
Bayram deriz Elhamdülillâh!
Buluşuruz yakınlarla,
Dua alırız Elhamdülillâh!