Şehit mehit, öyle mi?

Abone Ol

Bir gazetecinin, Karabağ’a “ezik” çıkışıyla başladı her şey belki de…

Ardından, daha üç gün önce Boşnaklara çirkin ifadeler sarf edildi bir futbol programında.

Ve dün.

Ünlü bir modacı bayan, elindeki kadehi yudumladığı esnada telefondan canlı yayına bağlandı ve kendisini izleyen hayranının şehitlerle ilgili sorusuna, “Şehitler mehitler, aman yeter!” hadsizliğiyle gündeme oturdu.

İçlerindeki rezillik, küstahlık ve terbiyesizlik öyle bir hal almış ki, bilinçaltları artık daha fazla saklayamıyor ve uluorta kusuyor tüm pisliklerini.

Anladık, bu toprağa ait hissetmiyorsunuz kendinizi belki.

Ama biraz saygı be!

8 Nisan 2006.

Elazığ’a bağlı Arıcak yakınlarında, “Roketler” isimli özel jandarma kuvvetiyle birlikte arazi devriyesi atarken, mayın patlaması sonucu şehit oldu.

Hâlbuki kalbi vatan sevgisiyle yanıp tutuşan, yıllarını dağlarda geçiren, aslan gibi bir vatan evladıydı.

Bir televizyon programında, komutasındaki evlatlarıyla birlikte asker annelerine hitaben demişti ki;

“Kahramanlık;

Pişerek ölümün acı tasından ileriye atılmak ve sonra dönmemektir.

İşte benim kahramanlarım!

İşte benim şehitlerimin arkasından giden roketlerim!

Türk anaları!

Onları siz doğurdunuz, ne kadar gurur duysanız azdır.”

Kimdi bu cengâver?

Şehit Jandarma Komutanı Yarbay Âlim YILMAZ.

28 Temmuz 2015.

Akşam karanlığı iyice çökmüş, mesai bitiminde ailesiyle birlikte evine giderken, aniden aracı stop etti.

“Su kaynattı galiba” dedi.

Araçtan indi.

Kaputu açtı, buhar almış başını gidiyordu.

Motorla ilgilendiği sırada, “ne oluyor” bile diyemeden, öteden beri takip eden iki araçtan çapraz ateş açıldı.

Kendisi şehit oldu, küçük kızı da yaralandı.

İşin ilginci cüzdanından, kendisini şehit eden teröristin bilgileri çıktı.

Belli ki, o hainin peşindeydi.

Ama olmadı. Onun yerine cennet yüzü nasip oldu.

Kim miydi o kahraman?

Malazgirt İlçe Jandarma Komutanı Binbaşı Arslan Kulaksız.

2 Ağustos 2015.

Daha 8 yaşındayken, annesini kanserden kaybetti.

Babası sokağa attı.

Sonra dedesi Ramazan Bey, sahip çıktı.

Büyüttü, adam etti. Kendi deyimiyle hem anne, hem baba oldu o’na.

Eline kınasını yaktı, boynuna cevşeni, göğsüne bayrağı koydu da gönderdi askere.

Halayla, davulla, zurnayla, türkülerle…

Sol gözü görmüyordu Ramazan Dede’nin;

290 Lira engelli aylığı vardı, onunla geçindiriyordu torununu.

Sağ dizindeki yamayla…

Yırtık pırtık ayakkabısıyla…

Ama taş gibi onuruyla!

Anneannesi Havva Hanım, yumulmuş ay-yıldızlı bayrağa sarılı tabuta…

Henüz 20 yaşında toprağa ektiğimiz fidanımız, şehidimiz Barış Akkabak’ın tabutuna.

“Bir ‘anne’ diyemedin. Anneannen burada! Beni de al yanına”. 

12 Eylül 1980

”Sevgili anneciğim ve babacığım.

Sizler beni, bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz.

Benim sizlere karşı islemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin.

Hakkınızı helal edin.

Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakk’ın ve Onun Resulünün, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım.

Alın yazımız böyle yazılmış. Kader ne ise onu çekeceğiz.

Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Allah’ın huzuruna çıkacağım.

Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah’ın huzurunda çekmeye hazırım.

Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah’tan bulsunlar.

Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa’lar ölür, Allah davası ölmez.

Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır.

Zafer, her zaman Allah’a inananlarındır.

Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır.

Sizden ricam ağlamayın.

Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı.

Hakkım varsa, hepinize helal olsun, siz de helal edin!

Son olarak; abime, yengeme, yeğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah’ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim.

Oğlunuz, Mustafa Pehlivanoğlu.”