Demet İlce /Röportaj
Geçtiğimiz günlerde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, İstanbul için özel bir deprem yasasını Meclis gündemine taşıyacaklarından bahsetmişti. Özhaseki, Meclis’in açılıp bütçe görüşmelerine beklemeden 2 ay içerisinde, TBMM’nin olağanüstü toplanacağını ve bu yasa tasarısının görüşüleceğini paylaşmıştı. İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu, merakla beklenen İstanbul deprem yasası ile ilgili görüşlerini Diriliş Postası’ndan Demet İlce’ye anlattı.
İstanbul deprem yasası hakkında neler düşünüyorsunuz, içeriği henüz belli değil ama size göre içeriğinde neler olmalı?
1999 depreminden sonraki dönemde İstanbul'a özel bir yasa çıkması konusu yine gündeme gelmişti. Yani aslında yeni bir şey değil bu. O yıllarda biz Şehir Plancıları Odası İstanbul şubesi olarak bu konuyu gündeme de taşıdık. Vurguladığımız şey şuydu: “İstanbul'un özel bir yasaya ihtiyacı yok.” Çünkü aslında anayasadaki eşitlik ilkesi gereği, planlamanın eşitlik ilkesi gereği bütün kentler ortak politikalarla ve ortak kararlarla yönetilmeli. İstanbul'un bu anlamda bir ayrıcalığı yok diğer şehirlerden. Bu eşitsizlikleri tetikleyecek, ayrıcalıklı imar hakları getirecek bir yaklaşımı ancak beraberinde getirebilir ki bu da dediğim gibi aslında planlamanın ruhuna, özüne, mantığına, felsefesine ve ilkelerine aykırı bir durum teşkil ediyor.
‘YASALARIMIZDA EKSİK YOK’
Bu zamana kadar çıkarılan yasalarda bir eksik olmadığını dile getiren Pelin Pınar Giritlioğlu, deprem yasasının yalnızca İstanbul’a özel olmaması gerektiğinin altını çizdi. Giritlioğlu şunları aktardı:
“Bizim bugüne kadarki politikalarımıza baktığımızda bir kere yasayla ilgili bir eksiğimiz olduğunu söyleyemem. Yasalar gayet güzel. Doğru uygularsanız güzel. Altları gayet dolu. Bizim bugüne kadarki gerek İstanbul için olsun, gerek başka kentler olsun için hiç önemli değil, tutunduğumuz politikaya baktığımızda aslında kamucu bir perspektifi benimsemediğini görüyoruz. Yani afet riski altındaki alanların dönüşümü hakkındaki yasa. O yasanın içinde afet lafı iki kere geçiyor. Neden? Çünkü o da bir müteahhitlik yasası. ‘Yık’ ve ‘yeniden yap’ üzerine kurgulanmış.
Bu zamana kadar ki deprem yönetmeliklerine baktığımızda, içeriği henüz belli değil ama şimdiki çıkacak yasadan beklentiniz var mı?
Yasalar herkes içindir. Yasalar özel durumlar dışında, yaşa, cinsiyeti, gelir durumuna milliyete göre farklılıklar getirmez. Temel insani koşulları ortaya koyacak, devletin anayasayla tanımlanmış sorumluluklarını yani yaşama hakkını, barınma hakkını, Anayasanın 56. maddesinde tanımlandığı gibi sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını, güvenli bir çevrede yaşama hakkını temin edecek düzenlemeleri olmalıdır. Bunun İstanbul olması, Ankara olması, Tunceli olması filan fark etmiyor. Neresi olursa olsun yasalar zaten bunları temin etmek üzere vardır. Bu gerekçeler üzerine kurgulanmalıdır. O yüzden de kentlere göre ayrıcalıklar içermemeli.
Bakan Özhaseki, Meclis açılmadan iki ay öncesinde olağanüstü toplanacaklarını söylemişti. Bu süreç sizce neden hızlandı?
Depremler doğal bir olay, dünyanın her yerinde oluyor. Ama dünyanın her yerinde bu kadar büyük yıkıntılarla bu kadar büyük acılarla sonuçlanmıyor. Bunu biz yaşıyoruz, Türkiye yaşıyor. Van depreminde yaşadık, Marmara depreminde yaşadık. İzmir depreminde yaşadık. Elazığ depreminde yaşadık. 6 Şubat depremlerinde yaşadık. Niye biz bu kadar büyük kayıplar veriyoruz? Tam da bu anlayış yüzünden ve bugün aynı anlayış depremin olduğu 3. gününde başladı. Konut üreterek bütün krizlerden çıkacağımızı düşünüyoruz.
“REZERV ALANI BULANIK BIRAKMIŞ”
Bakan Özhaseki, rezerv alanlara 300-350 bin konut yapılacağını söylemişti. Sizce depreme karşı bu yeterli olur mu?
Dünyada ve Türkiye’de rezerv alan tanımına değinen Giritlioğlu, “Rezerv alanı kanun, tamamen bulanık bırakmış” diyerek şunları söyledi:
İstanbul halkının çok önemli bir güvenli konut açığı var. İstanbul halkı güvenli bir çevrede yaşamıyor. Bunun sebebi yapı denetim yasalarının olması olmaması değil. Hatalı uygulanması, 2001 yılında çıkan Yapı Denetim Kanunu’yla yapı denetim firmaları kurulması. Yani bu sürecin özel sektöre teslim edilmesi ve şüpheli işlemlerin bu dönemde yapılmış olması. Kayıt dışı işlemlerin yapılmış olması. Plansızlık, üst ölçekli planlardan tamamen bağımsız uygulamaların yapılması. 2009 yılında bir çevre düzeni planı yapıldı. Bu plan ‘İstanbul’un kuzeyine doğru yapılaşmayın’ diyordu. 6 Şubat depremlerinden sonra İstanbul’un kuzeyine doğru; Bakırköy, Bahçelievler gibi müthiş bir akım başladı.
Rezerv alanı kanun, tamamen bulanık bırakmış. Rezerv alan kentlerin olası afet durumları ya da iklim krizleriyle mücadele edeceği için, koruyacağı, mücadele edeceği, hassas ekosistemler. Biz de rezerv alan ise inşaat yapılacak alan. Kentlerimiz içindeki boşlukları koruyamıyoruz. İstanbul içindeki bütün kamusal araziler özel sektöre devredildi. Küçükyalı karayolları arazisine, meteoroloji arazisine ve Zincirlikuyu’daki karayolları arazisine bakın. Zeytinburnu Dikimevi’ne bakın. Kamunun elinde ne varsa özel sektöre altın tepsinin içinde sunuldu. Bugün bizim olası bir afet durumunda sığınabileceğimiz bir alan yok İstanbul içerisinde. Rezerv alan aslında bu anlamda boşlukları koruyabilecek olmalıydı.
Biz TMOB bünyesinde bir bilim kurulu oluşturduk ve 16 bin sayfalık raporu defalarca inceledik. 3 tane canlı fay hattının olduğunu, tsunami riski taşıdığını, insanlık tarihine ışık tutan arkeolojik alanlara nasıl zararlar vereceğini anlatan, yaban hayatını ortadan kaldıracağını anlatan çok ciddi itiraflar var. Buna rağmen bu rapor olumlu sonuçlandı. Rezerv alanda yeni inşaat yapılacaksa eski alanları ne yapacağız? Zamanla dişiyle tırnağıyla kazıyarak orada bir ev sahibi olmuş insanlar, bir daha asla geri dönemeyecekler, şehir merkezinde yerleri olmayacak. Bu fiyat politikalarıyla, bankaların bu kredi politikalarıyla, bu ekonomi politikasıyla insanların bir daha yerine geri dönmesi mümkün değil.
“ SOSYAL KİRALIK KONUT MODELİNİ DENEMEK ZORUNDAYIZ”
İstanbul için yapılan geniş çaplı kentsel dönüşüm ne kadar sürer sizce?
İstanbul’da bir tarafı yaparken öte taraf zaten eskimeye devam ediyor. Bütün bir kenti dönüştürmek elbette ki hiç kolay değil. Kamunun buradaki bütün iş gücünü sermayenin eline bırakmaması gerekiyor, yönlendirmesi gerekiyor. Birçok ülke bugün, özel sektörün yaptığı projelerin yüzde 25-30’unu sosyal kiralık konut olarak yapmasını istiyor. Bu koşulla özel sektöre arazi veriyor. Sosyal kiralık konut modelini denemek zorundayız. Ya da mahalle bazlı kentsel dönüşüm kooperatifleri kurmayı denemek zorundayız. Tamamen müteahhidi zengin edecek modeller değil. Özel sektörün sosyal konut yapma meselesi kent merkezlerinin herkes tarafından eşit bir şekilde kullanımına yeniden olanak tanıyacak bir sistemi beraberinde getirebilir. Zengini de yoksulu da aynı toprak üzerinde yaşayabilmeli.