Sahi, kaç defa ölür insanlık?
Bugün dünyada yaşanan savaşların, katliamların ve özellikle de Gazze’deki soykırımın, Suriye’de 13 yıldır devam eden katliamların, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın en temel sebebinin bir “sistem krizi” olduğu artık çok daha berrak bir şekilde görülüyor.
Beş daimî üyeli bir Birleşmiş Milletler’in dünyada yaşanan savaş ve katliamlara dur demesi mümkün olmadığı gibi derinleşmelerin ve karmaşıklığın en temel sebebi hâline geldiği ifadesi çok daha anlamlı olacaktır.
Uluslararası antlaşmalar hukukunun, “jus cogens” yani emredici kurallarının hiçbirinin BM’nin beş daimî üyesini, ABD’nin ve Avrupa’nın şımarık, ahlaksız, kuralsız çocuğu İsrail’i etkileyemediği gün gibi ortadadır.
Antlaşmalar zemininde, “Pacta sunt servanda” yani ahde vefa ilkesi ise hak getire…
Uluslararası çifte standartların yaşanacağı, daha II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve savaş suçlularını yargılayacak Nürnberg ve Tokyo mahkemelerinin sadece yenilenleri yargılaması ile kendini göstermemiş miydi?
Bugün nerede bitemeyen bir savaş, terör, acı ve gözyaşı varsa bilin ki orada BM’nin beş daimî üyesinden biri vardır.
Ve bilin ki orada insanlık ölüyordur…
Şimdi en temel hakikat şu değil mi?
BM’ye rağmen, “Devletler üzerinde, devletlerin davranış ve etkileşimlerini düzenleyebilecek herhangi bir aktör yoktur.”
Durumu bu şekilde tespit ediyorsak o zaman realist görüşün; “Uluslararası sistem anarşiktir.” yaklaşımının da cari olduğunu kabul etmemiz ve güçlülerin hukukuna göre yaşadığımızı bilmemiz gerekiyor.
Yani ne yazık ki; daha çok insan ölecek, mazlum ölecek ve onlarla insanlık da ölecek demektir bunun anlamı…
Aylan bebekle ölen insanlık, Sednaya Hapishanesi’nde bir defa daha öldü; Gazze’de de defalarca öldüğü gibi.
BM’nin yapısının çürüttüğü sistem, kim bilir daha kaç defa öldürecek insanlığı her vahşetli ölümün ardından.
Hâlâ ayak basacak zemin kalmış mıdır sahi?
Eğer 13 yıldır Rusya kalkan olmasaydı Esed zalimi bunca insanı, insanlık dışı mezbahalarda katledebilir miydi?
Zamanı unutturan, insana kendini bile unutturmuş zulümler, kadınların iffetini, izzetini ayaklar altına alan hayvandan bile aşağılıklar yaşanabilir miydi?
BM’nin beş daimî üyesinin ilahlaştırdığı bu çürümüş sistemden tiksiniyorum artık…
Her zalimi, diktatörü kendi cehenneminde yakamayan uluslararası sistem, krizlerin başlıca mimarıdır çünkü.
“Zamanın cümlesinde insanlar virgüller gibidir.” diyor Cioran.
Oysa diktatörler, bir nokta olma çabasıyla zamanı durduruyorlar zindanlarındaki zihinlerde.
Peki, nasıl mı dayanıyoruz bu acıya?
İbretlik cevabı şudur bu sorunun: “Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayıflıklarıyla mümkündür.”
Eğer öyle olmasaydı, “Acı çeken varlık kadar kalp gerekirdi bize.” diyen düşünür yanılmış olurdu.
Kendi acısı hariç her acıyı meşru ya da gülünçlük derecesinde anlaşılır bulan ve ekranlarından bir film gibi izleyen tüketim toplumunun bireyci şahsiyetleri için zaten bir kalplilik söz konusu dahi olamıyor.
Sednaya Suriye’de olsa da gerçekte, krizde olan dünya sisteminin ve zayıflayan Müslümanlığın ürettiği bir zulüm merkezidir.
Bugün henüz çökmediği için acıları dışarıya yansımayan daha nice ‘Sednaya’ların varlığı da bu gerçeğin tezahürüdür.
Tahayyül edebiliyor muyuz?
Bizler sıcak evlerimizde yaşarken birileri zulümden, acıdan, karanlıktan dolayı kendini ve zamanı umutmuş…
Sizce de insanlık hâlâ yaşıyor olabilir mi?