Seçim ittifakı

Abone Ol

2017 referandumu ile Türkiye’de koalisyonlar döneminin kalıcı olarak sona ereceği öngörülüyordu. O günlerde özellikle Başbakan Yıldırım meydan konuşmalarında buna vurgu yapılıyor, “Bu değişiklik 2019 yılında yürürlüğe girdiğinde, sandıktan tek başına bir hükümet çıkacak ve çok güçlü olacak. Türkiye’de koalisyonlu dönemler bitmiş olacak. 1950’den bu yana Türkiye’de 67 yılda 48 hükümet kuruldu, hükümetler 17 ayda ne yapabilirler?” (Kırklareli mitingi, 30 Mart 2017) deniyordu.

Bir istikrar vurgusu olarak ortaya çıkan bu beklenti, Türk siyasetinin geleceğinden çok yakın geçmişi çağrıştırmaya yönelik bir seçim argümanı olarak anlaşılmıştı. Nitekim 90’lı yıllar istikrarsız ve kısa ömürlü koalisyon hükümetleri vatandaşı bezdirmiş, siyaset kurumunu da yıpratmıştı. Yirmi milletvekilinin bir araya geldiği gruplar memleket için hayati önem arz eder hale gelmiş, vekiller otel lobilerinde iktidar hesapları yapar hale gelmişlerdi.

Fakat 1995 genel seçimi bana kalırsa sadece geçmişi değil bundan sonraki siyasi yelpazeyi de hatırlatıyor. O günkü sonuçlara göre Refah Partisi, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi’nden oluşan sağ, muhafazakâr, liberal kesim ortalama 20’şer puanla birbirine eşit üç parti olarak sandıktan çıkmıştı. Geleneksel sol, CHP ve DSP olarak iki farklı parti ile temsil ediliyordu. MHP’nin de yüzde 8 civarında oyu vardı. O sebepten de kolay bozulabilen hesaplara izin veren bu aritmetikle çok ucuz oynayanlar çıkmıştı. Bedelini milletçe ödedik. Devlet kurumları yıprandı, siyaset kurumu itibar kaybetti. Telafisi onlarca yıl sürecek çok temel konular milletin olmadığı masalarda konuşuldu. İşin arka yüzünü anılarında, balkonda pijamalarıyla başbakan bekleyenler bir gün anlatır elbet.

AK Parti’nin bugüne kadarki şansı bu üç blokta yer alan kesimler için tek alternatif olabilmesiydi. Sağ tabir edilen kesimde yeni bir parti ya da merkeze aday taze bir yüz bugüne kadar çıkmadığı için AK Parti oldukça rahat bir siyasi yolculuk geçirdi. Bu alandaki iki girişim de kısa süre sonunda AK Parti’ye katılarak bir harekete dönüşemedi.

Türkiye’nin 15 Temmuz öncesi siyasi gündeminde açıktan tartışılmasa da sütre gerisinden izlenen konularının başında MHP olağanüstü kongre süreçleri vardı. Araya giren bir darbe girişimi havayı değiştirse de siyaseten gelinen nokta öncekinden çok farklı değil.

Bugünden baktığımızda oy oranı ister yüzde 5 olsun isterse yüzde 25 İyi Parti’nin ortaya çıkmış olması bu dengenin değişme olasılığını tekrar gündeme getirdi. O yüzden de 16 Nisan Referandumu’nda iddia edildiğinin aksine koalisyonlar ya da ittifaklar dönemi bundan sonraki siyaset kurumunun temel meselesi olarak görünüyor.

Normal takvime göre seçimler bir yıldan fazla zaman olmasına rağmen barajların ve ittifakların konuşuluyor olmasının anlamı da bu.

Bundan sonra yüzde birlik bir siyasi yapı bile önümüzdeki yerel ve genel seçimlerinde belirleyici olacaktır. Partilerden ziyade ilkesel ittifaklar, yerelde de adaylar üzerinde birliktelikler konuşulacağa benziyor. Adı, başkanlık sistemi ya da koalisyon hükümetleri, bence fark eden bir şey olmayacak.

Her kesim muhalefet ya da iktidar adaylığı bağlamında kendisini sürecin doğrudan içinde görecek. Toplumun bütün kesimleri hesaba katılarak icraat yapılacak ya da söylem üretilecek.

Sayın Erdoğan’ın seçime kadar bütünüyle uzlaşmacı, dengeci ve kucaklayıcı bir dil kullanacaktır. Hemen her kesime uzanabilmek için kuruluş felsefesi tekrar masaya yatırılmış durumda…