Ortadoğu; enerji kaynakları, jeopolitik, ticari, dini ve kültürel açıdan yeryüzünün en kıymetli coğrafyası olarak bilinmektedir. Bu durum, Ortadoğu’da bölge dışı aktörleri yerel aktörlerden daha öncelikli hale getirmektedir. Bölgede boy gösteren irili ufaklı tüm siyasi aktörlerin, büyük bir gücün gölgesinde hayat bulması bu nedenle şaşırtıcı değildir.
Özellikle son yüzyıl içerisinde büyük bir dönüşüm geçiren bu coğrafyada birçok devletin temeli batılı güçler tarafından atılmıştır. Dolayısıyla bu ülkelerin ne iç ne de dış siyasetlerinde bağımsız bir politika izlediğini söylemek oldukça güçtür.
Arap dünyasının liderliği, Şii-Sünni mücadelesi, ABD-SSCB çekişmesi ve Filistin meselesi gibi konularda bölge ülkeleri sürekli bir çatışma içerisine girmiş ve böylece Ortadoğu’yu bölge dışı aktörlerin müdahalesine açık hale getirmişlerdir. Bu yüzden bu coğrafyada darbeler, işgaller, savaşlar kısaca kargaşa hiç eksik olmamıştır.
Ortadoğu’da oyun kurucu aktörler, büyük devletlerdir. Bugün Suriye’de yaşanan felaketin, yarın hangi gelişmelere sahne olacağı henüz bilinmiyor. Suriye krizine ilave olarak, Mısır, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan üzerinden büyük bir çatışma için yeni senaryoların hazırlandığı iddiaları gündemi sıklıkla meşgul etmektedir. Bu vaziyet Ortadoğu’da, “Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” tezini akla getirmektedir.
Diğer taraftan İran ile İsrail arasında yıllardan beri devam eden karmaşık bir ilişki söz konusudur. Benzer durum Rusya-İsrail ve Rusya-İran için de geçerlidir. Bölgesel istikrarsızlığa ve vekâlet savaşlarına sürekli kapı aralayan bu karmaşık ağın, ince bir titizlikle ele alınması gerekiyor. Zira ortada istihbarat örgütlerinin kurguladığı ciddi bir manipülasyon olabilir. Nitekim bu noktada İrangate Skandalı önemli dersler içeriyor.
Doğu Akdeniz havzasının doğalgaz kaynakları yüzünden barut fıçısına döndüğü bir atmosferde, ABD’nin İran’a karşı savaş söylemlerinin zamanlaması oldukça manidardır. Bunun yanında ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’in, Körfez ülkelerinin desteğiyle yol haritasını belirlediği, Filistin’e barış getirme iddiası taşıyan Yüzyılın Anlaşması’nın bölgesel bir barıştan ziyade, savaşa hizmet edeceğini cümle âlem bilmektedir.
Fakat ABD’nin Ortadoğu’da İsrail odaklı bir politika izlemesi ve zaman içerisinde Mısır ve körfez ülkeleri ile İsrail’i, İran’a karşı sert politikalar izlenmesi hususunda yan yana getirmesi, ciddi bir gözü karalığa işaret etmektedir. Bu bir demokrasi seferi olmadığına göre, peki nedir bu gözü karalığın asıl sebebi?
Başkan Trump’ın 25 Mart’ta Beyaz Saray’da Netanyahu ile yaptığı görüşmede “Golan Tepeleri üzerinde İsrail’in egemenliğini ABD’nin resmen tanıdığını” ilan eden açıklaması, konuyu anlamak açısından bize önemli ipuçları veriyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, 1967 yılından beri işgal altında tuttukları Golan Tepeleri’ni İsrail topraklarına katmasını “askeri zaferin diplomatik bir zafere dönüşmesi” olarak görmesi, aslında işin sırrını ortaya çıkarmaktadır.
Golan Tepeleri hadisesi, Ortadoğu’da savaşlar yoluyla toprak kazanma yönteminin yeniden başladığının işaretidir. Başka bir ifadeyle, Ortadoğu’da bazı devletlerin küçüleceğini, bazılarının da büyüyeceğini haber vermektedir. Bu eski hesaplaşmalara geri dönülmesi demektir.