Savaşların, ekonomik krizlerin ve sapıkların en çok zarar verdiği kişilerin, başında masum çocuklar gelmektedir. Uluslararası hukukun ihlal edilip sivillere yönelik vahşi ve orantısız saldırıların arttığı bir çağda yaşıyoruz. Çatışma bölgelerinde okullara, hastanelere ve pazarlara düzenlenen saldırılardan en fazla çocuklar olumsuz etkilenmektedir. Hâlbuki uluslararası savaş hukukunun özünde, “yaralılara, kadınlara ve çocuklara zarar vermemek” yer almaktadır.
Yetimler, sakatlar, hastalar, okulsuzlar, çaresizler, çocuk askerler… Liste uzayıp gidiyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de çatışma bölgelerinde kol gezen organ ve pedofili mafyasının kaçırdığı çocuklar. İşin garip tarafı, barbarlığı bile aşan bu caniliğin artık pek kimsenin canını acıtmıyor derecede normal karşılanıyor olması. Milyonlarca çocuğun maruz kaldığı fiziksel, zihinsel ve cinsel şiddet, günden güne daha da kötüye gitmektedir.
İnsanlık ve onun kurumları, çocukları korumak adına başarısızlığını ısrarla sürdürmektedir. Oysa çocukların yaşamsal haklarını korumak ve acılarını hafifletmek adına devletler ortak çözümler üretebilirler. Devletler, uluslararası örgütler ve toplum, İnsani ve çocuksu haklarından mahrum olarak yaşamak zorunda kalan çocukların geleceğinin inşasında birlikte hareket etme mesuliyetindedirler.
Uzun dönemli yardımlar, rehabilitasyon ve koruma gibi pek çok olanağın, kaynak yetersizliği yüzünden işlevsiz kalması insan tacirlerinin elinde mağdur olan çocukların sayısının artmasına yol açmaktadır. UNICEF’ten yapılan açıklamalara göre 41 milyon çocuk yardıma muhtaç bir vaziyettedir. Çok sayıda ülkenin nüfusundan fazla olan bu sayı, maalesef ya siyasi hesaplara ya da vurdumduymazlığa kurban edilmektedir. Avrupa’nın savaş, yoksulluk ve krizler nedeniyle meydana gelen insanlık dramını, “yükselen milliyetçilik” bahanesiyle aşmaya çalışması kabul edilemez bir olgudur.
Bunun yanında geçtiğimiz hafta, Katolik Kilisesi’nin dünyadaki önemli temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen ve Katolik din adamlarının çocuklara yönelik cinsel istismar ve taciz vakalarını konu edinen zirve, Kilise’de cinsel istismar olaylarının hangi boyuta ulaştığını göstermesi bakımından son derece ürkütücüdür. Çünkü Kilise’nin ahlaki otoritesi ve etik güvenirliği ciddi ölçüde sarsılmıştır.
Dünya siyasetinin büyüleyici atmosferi, dini, dili, rengi ve cinsiyeti fark etmeksizin korunaksız ve korumasız çocukların mağduriyetine gölge düşürmemelidir. Devletlerarası güç mücadelesi, her ne koşul altında olursa olsun, masum çocukların omuzları üzerinde sürdürülemez. Avrupa ve ABD merkezli gelişen ve kurumsallaşan uluslararası sistem ve düzen anlayışının “üstün ırk mitosuna” dayanması ve bu çerçevede ortaya çıkan insanlığın kategorik ayrımı, dünyanın her iki yakasını da içinden çıkılmaz ruhsal bir bunalıma sürüklemiştir. Bu durumun en ağır bedelini de çocuklar ödemektedir.
Çok kutuplu sistem ve yeni dünya düzeni tartışmalarının dünya ekranlarını süslediği şu günlerde, insanlığın ruhsal krizinden ziyade maddi güç unsurlarının tartışılması, geleceğin bugünden çok farklı olmayacağına dair işaretler sunmaktadır. İnsan eylemlerinin nihai anlamda güç, haz, bencillik ve gösteriş sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiği düşüncesine dayalı “fikri düzen”, insanlığı uçurumun kenarına getirmiştir. Sonuçta insan için insan anlaşılamaz bir varlığa dönüşmüştür.